“Heş şeyin bir usülü var! Yolu yordamı var!” diyerek şaşkınlığını ve isyanını yazmış 19 Mayıs Salı günü gazetemizdeki köşesinde Zeki Ceyhan. Bende ondan öğrendim.
Bülent Arınç’a şaşırmış.
“Bu usul, bu yol yordam asla kaybedilmemeli” cümlesiyle de isyanının öğütleştirmiş.
Bülent Arınç’a söylüyor.
7 Haziran’dan sonra Meclis’te olmayacak Bülent Arınç’a…
Peki ne yapmış Bülent Arınç
Hep yaptığı gibi konuşmuş yine.
“Allah aşkına, benim hatırım için bu sefer de AKP! O kadar güçlü bir iktidara kavuşalım ki tuzak kuranların tuzakları başlarına düşsün!”
Bu propaganda kelimelerini Bülent Arınç’ın ağzından duymak, kimi şaşırtmaz bu ülkede
“Benim hatırım için…” Diyor!
Ama biz, Bülent Arınç’ın hatırından once, Allah demesine bir bakalım. Konuşmasının başında Allah diyor Bülent Arınç. İsmet Paşa’dan farkını vurgular gibi.
Hani Konya il Başkanı, ne olur bir kere Allah deseydiniz, demişti ya İsmet Paşa’ya, miting konuşmasını bitirip kürsüden inerken…
İsmet Paşa’da “Allah’a ısmarladık!” dedim ya diye cevaplamıştı il başkanını.
“Allah aşkına, benim hatırım için”
Bir yakınına verilen cezanın hemen uygulanmasını engellemeye çalışan biri böyle aman dilemez mi
Bülent Arınç tam da bunu yapıyor işte.
AKP’nin onüç yılının sonunda geldiğimiz bu seçimde tercihinizin başka olmasında haklısınız. Ama benim hatırım için…
Ne hatırmış bu Bülent Arınç’ın hatırı
Onüç yıl iktidar olmuş bir partinin icraatlarından daha fazla yer kaplamakta seçim çalışmalarında.
“Bu sefer de…”
Yani bu son. Başka istemeyeceğiz. Başka yok! Sadece bir kerecik daha…
Onüç yıldır iktidarda olmuş bir partinin oturulmamış koltuk bırakmayan Bülent Arınç’ının geldiği bu nokta, koca bir itiraf haritasındaki bulunulan yer işaretidir.
“O kadar güçlü bir iktidara kavuşalım ki…”
İtiraflar sürüyor.
Güçsüzdük, güçlü bir iktidarımız olmadı şimdiye kadar…
Lakin istenen iktidarın gücü az buz olmamalı. O kadar güçlü, yani daha güçlüsü olmalı.
Onüç yıl Bülent Arınç’a galiba neyi isteyeceğini öğretmiş.
İstemek güzel. İstenenler için bir ödeme yapmak gerekmiyor mu Hayır.
Verebilecekleri bir şeyleri yok. Hatırlarından başka.Kimin işine ne kadar yarayacaksa Bülent Arınç’ın hatırı. Hem artık Meclis dışında. Abdullah Gül’e komşu olmaktan öte ne yapabilir
“Tuzak kuranların tuzakları başlarına düşsün!”
AKP’ye oy verecek insanları ödüllendirmek mi bu, yoksa hafiyeciliğe teşvik mi
Onüç yıldır oyları böyle mi istemiştiniz Tuzak kuranlar onüç yıldır sizinle birlikte mi idiler
Tuzak kuranların olduğunu onüç yıl sonunda anlamışsanız, ondört yılın sonunda neyi, onbeş yılın sonunda kimleri öğrenmiş olacaksınız
Tuzakları, tuzak kuranların başlarına, size oy verecek insanlar düşürecekse, sizler kendi payınıza neleri düşüreceksiniz Bülent Arınç
“Tuzak kuranların tuzakları”
Nerden biliyorsun İçlerinde mi idin
Yoksa malzemelerini “ne istemişlerse” formulünden karşıladığınızı bir “Aralık” mı anladınız
Onüç yıl sonunda “İtirafçı” olan Bülent Arınç diyorki: “Tuzak kuranlar” var.
Nasıl yetiştirdiniz
28 Şubat’ta sizin yanınızda mı staj yaptılar Gelsin sonra mütehassıslık günleri…
“O kadar güçlü bir iktidara kavuşalım…”
Onüç yıldır güçsüz iktidarlarla çoluk-çocuk, makara-kukara idare etti iseniz ..
Şimdi neden ve durup dururken güçlü iktidar istiyorsunuz “Ne istemişlerse” vermemek için mi yoksa… Ama vermediğiniz ne kaldı
Oy istemenin usülü böyle olmaz, yolu yordamı böyle değildir, diyor Zeki Ceyhan. Lakin Bülent Arınç’ın yaptığı belki de bu değil.
O böyle konuşarak partisi AKP’yi kurtarmak istediğini gösterirken, aslında niyeti kendini kurtarmak olamaz mı
Düşünsenize, Meclis’te koalisyon hükümeti var, Bülent Arınç yok.
Önce kazanamayan AKP’lilerin suçlaması: Onüç yıldır gel keyfim gel! Bizim Milletvekili olma hakkımız nerde
Sonra zar zor Meclis’e kapaklananların hesabı: Üç dönemi partiye de uygulasaydınız da, kalabalık yapmasaydık biz de Meclis’te.
Bülent Arınç’ı korkutan bu.
Zira anketler de bunu diyormuş.
Moda oldu, iktdar partililerin muhaliflere “neredeydin” sorusunu yöneltmeleri.
Aralık ayını önemsetmek için Mayıs ayını kullanıyorlar.
Şubat ayı küçük olduğundan hesaplarına girmiyor.
27 mayıs’ta nerede idin 17 Aralık’ta nerede idin
Kılıçdaroğlu’da atlamış hemen. Diyorki: “27 Mayıs’a karşı olduğumuzu, İnönü’nün mektuplarını oku ve oradan anla!”
Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu ilkokulu aynı yerde okusalardı, teneffüslerde konuşacakları konu bu olur ve bu bilimsellikte konuşurlardı.
Mademki herkes adres peşinde. Biz de İnönü’nün 28 Mayıs’ta nerede olduğunu merak ettik ve gittik mobese kayıtlarını inceledik.
İnönü’nün sallanma neşesinin, başkalarını sallandırmak istemesinden kaynaklandığı tesbit edilmiş, kayıtlarda….
Bir 27 Mayıs daha geçerken, hatırlayın istedik.
Ayağı pijamalı, kimi karşılamalı
Yine pijamalı patron konusu…
Davutoğlu bey meydanlarda gürlüyor: “Pijamayla karşılanan başbakan olmayacağız!”
Yani…
Pijamayla karşılanan Başbakan kötü başbakansa…
Neden hesap sormadınız
Ya da bu soruyu şöyle soralım: Meclis’te kurulan Anayasa komisyonunda, neden akladınız, aferinlediniz, pijamayla karşılanan sıfatını kazanmış eski Başbakanı
O Anayasa komisyonunun başkanlığına bir hukukçuyu değil de, fenni gübre tüccarlığı kontenjanından gelmiş bir Milletvekilinizi oturtma maksadınız ne idi
Ona, buna, herkese sorduğunuz soruyu, biz de size soralım: O gün neredeydiniz
“Pijamayla karşılanan başbakan…”
Demezler mi adama: Onlar pijamayla karşılanan başbakan oldukları için siz oradasınız! Pijamayla karşılanan başbakana bir nevi borçlu olmak durumu…
“Pijamayla karşılanan başbakan olmayacağız!”
O kadar istek var, o kadar arkadan itme var, zorlama var; gerçi bizim içimizde de var ama, olmamaya uğraşıyoruz. Bir gün olursak da şaşırmayın ha…
Böylede okunabilir ve şöyle de denilebilir Sayın Davutoğlu bey’e: Bize ne olacağını söyle!
Gelelim pijamayla karşılayan (patron) konusuna…
Daha once bu sütunlarda yazdığımız “Öyle başbakana, öyle karşılama yapılır” tezimize ilaveler yapmamız şart oldu, Sayın Davutoğlu bey’in daha iyi anlayabilmesi için.
Bir başbakan karşılayan (patron) pijamalı ise, bu durum şu manalara da gelir; yukarıda yazdığımız maddeye ilave olarak…
Pijamalı patron bizzat ve şahsen açıklıyor: Pijamayla karşıladım ki anlasın: Başka bir şeyim, bankalarım, trumplarım, petrol şirketlerim, Hilton otellerim falan yok..Bakalım ne kerem eyleyecek. Çünkü ben bir işadamıyım.
Pijamayla karşıladım ama kolay çıkarılır olduğundan değil… Kendi kendime prova yapıyordum. Bir gün toplanan delillerden bana ulaşılırsa, pijamama kadar her şeyim alınırsa…
İşte tam o anda başbakan geldi.
Pijamayla karşılanmak istenmeyen Davutoğlu bey’e bu bilgiler verilmemiş olamaz. İstihbarat bir bizde mi var
Ve son olarak ( ama bu günlük. Yarın neler gelecek aklımıza bilemeyiz) şu cümleyi söyleseler meydanlarda “Pijamayla karşılanan başbakan olmayacağız” diye buyuran Davutoğlu bey’e, “ Onun için mi kendi içinizden katlı, yatlı, saatli, telefon evlatlı patronlar yetiştirme gayreti güdüyorsunuz ”
Bir parti binasına saldırıldı -Gazeteler-
Ama nasıl olur
Mayıs, bir ihtilal ayıdır
Adalarda hakim var
“Ya ipte gidersiniz, ya cipte gidersiniz”
Böyle cümleler çok duyuldu bu topraklarda. Ne zamanki iktidarın arkasındaki güçler, muhalefeti susturmak istediler. Böyle konuşanları öne sürdüler.İcabında tankların üstünde.
Hukuk bildiklerinden mi böyle konuşturuluyordular Hayır! Görevlendirilecek hukukçuları bildiklerinden… Onları oraya tıkan kuvvete karşı durmak kimin haddine…
“Şimdi sıra silahsız kuvvetlerde”
Bu manşeti kartelin en büyük gazetesi tankları yürüttükten sonra atmamışmıydı
Silahsız kuvvetler kim
“Ateş, ateş” diye tanımlanmış “Savaş”çılar değil mi
Kazılar yaptık internet uzayının derinliklerinde. Maksat bu sayfanın okuyucularını biraz morallendirmek… Farklı olduklarından…
Adını vermek istemediğimiz bir ülkeden aldık bu sahneyi. Gördüğünüz gibi hakim bey, sanık hakkında en uygun karara varmak için elindeki malzemeyi okumaya çalışıyor.
“Sizi üç vakte kadar beyaz önlüklü görüyorum. Ama doktor değilsiniz. İlaç dükkanındaki eczacı da değilsiniz. Ağaçlar görüyorum. Ama orman değil, koruluk değil. Daha çok Yalova Belediye Başkanının kestiklerine benziyor. Üçer üçer tepede birleştirilmişler mi desem, aralarında birer iskemle var mı desem…Galiba anladın sen bu maddeyi…”
Uzak ülkelerde oluyormuş efendim bunlar. İster inanın, ister inanmayın!
Gündemdeki gazete Hürriyet daha bir, iki yaşındayken yayınlammıştı bu tesbit.
“Son sözleri” köşesi
Bir bilen ve bir gülen
Sürekli yazan gazeteci sayfalarında okursunuz. Küçük boşlukları hem doldurur, hem de vay be, dedirtir okuyana.
Mesleği son sözleri duymak olan “kulaklı” insanlardan biz de yardım aldık bugün. Ne olur, ne olmaz… Önce biz yazalım dedik.
Konumuz Demirel.
Doktorlarının, dokuzuncu kez gidiyor ama bu gidişinin gelişi olmayacak, dediği günleri görmüştür insanlar, ikibinli yılların ilk asrının tamamlanmasına ancak bir kaç yıl kaldığı günlerde.
Her duyan gülüyor, her duyan gülüyor…
Demirel soruyor, bir tümsek gibi yattığı yerden.
- İnsanlar niye gülüyorlar
- Ona gülünmediğini doktorları anlatıyor, gazetecileri yazıyorlar. Lakin Demirel’de istek bitmiyor. Son sözleri şu cümle oluyor.
- Binayenaleyh bana gülen yok mu
Sevine sevine duyuruyorlar kartelcileri, sevine sevine yorumluyorlar.
- Halkının gülmesini istedi!
Giderken mi, diye sorulacaksa, onu da biz sorarız. Fakat bu değil, Demirel’in, son cümlesiyle anlatmak istediği.
- Binaynaleyh bana gülen yok mu
Tek tek inceleyin bu Demirel cümlesindeki kelimeleri. Suyun ötesine varırsınız.
Ecevit kompleksidir Demirel’in böyle konuşmasına sebep. Demirel’in Demirel olmasına ihtilalcilerin emeği kadar, Ecevit’in varlığı da katkı sağlamıştır.
- Binaynaleyh bana “Gülen” yok mu
Ecevit’e varda bana yok mu, demektir bu son arzunun türkçesi.
Kifayet-i Müzakere. Mesele anlaşılmıştır. (Bu yazıda bir ihtilal ayını daha yaşadığımız için yazılmıştır.)
Köykentte uyudu, Megakentte uyandı
Yaşanacak Türkiye vaadleri veren CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Megakent” projesini de açıklamış.
Yaşanacak Türkiye, ne demek
CHP bir daha ihtilallerin içinde ve destekcisi olmayacak, demek mi
CHP bir daha orduyu sivil toplum kuruluşu sayarak 28 Şubat’lar yaşatmayacak, demek mi
CHP bir daha okul binalarına monte ettirdiği ikna odalarını faaliyete sokmayacak, demek mi
CHP bir daha dine, imana, itikata, inanca, giyime, kuşama, saça, sakala, bıyığa karışmayacak, demek mi CHP bir daha kendi hayatlarını ve yaşadıklarını çağdaş yaşam adı altında başkalarına baskı unsuru olarak kullanmayacak, demek mi
CHP, bu sorulara cevap arayana kadar “Megakent” kurarım diyor, olmasın sakın.
Ya da o dedikleriniz eski ve mega olmayan kentlerde aynen sürecek, istemiyorsanız bizim megakentler kurmamıza destek verin, belki orada öyle yapmayabiliriz, diyor da olabilir.
Niçin “megakent” istiyor CHP!
Ecevit rüyası “Köykent”ler mi düştü aklına
İflas etmiş tüccar eski defterleri karıştırırmış, derler ya…
(1954)