"Tomas ona dedi: Ya Rab, nereye gidiyorsun bilmiyoruz, yolu nasıl biliriz
İsa ona dedi: Yol ve Hakikat ve Hayat benim. Ben vasıta olmadıkça, Baba ya kimse gelmez. Eğer beni tanımış olsaydınız, Babamı da tanımış olurdunuz. Şimdiden onu biliyorsunuz ve gördünüz. Filipus ona dedi: Ya Rab, Baba yı bize göster ve bize o yeter. İsa ona dedi: Bu kadar zaman sizinle beraberim de beni tanımadın mı ey Filipus Beni görmüş olanBabayı görmüş olur, sen nasıl Baba yı bize göster diyorsun. İman etmiyor musun ki ben Babadayım, Baba da bendedir... Bana iman edin, ben Baba dayım, Baba da bendedir." (Yuhanna, 14. Bölüm, 5-11)
Yuhanna İncil inin bu metni Yümni Sezen in "Dinlerarası Diyalog İhaneti /Dini-Psikolojik-Sosyolojik Tahlili" (Kelam Yayınları, İstanbul 2006, s. 31) çalışmasından aldım. "İncil in Çağdaş Türkçe çevirisi" (Yeni Yaşam Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1997, S. 237)nde aynı metin biraz farklı şekilde geçer. Fakat anlamda, genel olarak, farklılık yok. Böyleyken "kutsal" nitelendirmesine konu olan bir metnin aynı dile çevirisinde küçük gibi görünen farklılıkları, gerçekte temel bir sorunu işâret etmekten geri durmuyor demektir.
Doğrusu temel sorun Tanrı nın varlığı bağlamında Tanrı ve İsa ilişkisinde derin bir anlam çatışkısına dönüşür. "Dini" ayrışmaların kaynağı olarak bu çatışkı, bir yandan katı, kesin mezhep farklılıklarına, diğer yandan kilise ayrımına ve sosyal ve siyasal kavgalara yol açacaktır.
Bu bağlamda Sezen, "Tanrı" ve "İsa" olgularının hangi temelde kavranabileceğini tartışıyor ve buna sağlam bir kıstas bulabilmenin güçlüğüne dikkat çekiyor. Doğal olarak "Tanrı", peygamber olarak tanımlandığında "İsa" kavramlarının atfolunacağı kaynak "din" olması gerekir. Ne var ki, Hıristiyanlığın "kutsal" metinlerinin anlatımlarının muhtevalarından kıstas, ölçü işlevini görebilecek bir "din" kavrayışının çıkartılması başlı başına zorluklar içermektedir. İhtimal bu ve benzer zorlukların ayırdında olunduğu için "İbrahimi Dinler" nitelendirilmesine başvuruluyor olmalıdır. Ancak bu tabirin kendiliğinden getireceği güçlüklerden rahatlıkla sözedilebilir. Bu noktada Sezen şu tesbiti yapıyor: "Dinler tarihi açısından da, İslâm, Hıristiyan ve Musevi ilahiyatları (altını ben çizdim) açısından da bakılsa, "İbrahimi Dinler" tabiri yanlıştır. Dinler tarihinde, din antropolojisinde, dinlerin kollara ayrılma şeması yer almaz. Esasen üç farklı kola ayrılan bir din, kendisi olmaktan çıkmış bir enkaz olmuş olur. Oysa, Hz. İbrahim bir enkaz değildir. Üç ilahiyat da İbrahim e değil ama, İbrahimi Dinler kavramına yabancıdır. Kavramı ilk kez kullanan Louis Massignan dur. Massignan un ankıcı da, Müslümanları ve dinler arasındaki ilişkileri Hz.Muhammed den koparma gibi görünüyor. (...) Hz. İbrahim bir Peygamberdi ve tevhid sürecinde önemli bir dönüm noktasını temsil ediyordu. Acaba Hz. İbrahim in kaç dini vardı ki, dinler deniyor, İbrahimi inanç sistemine benzeyenler kastediliyorsa, Musevilik ve İsevilik te (Hıristiyanlık), Hz. İbrahim den kalan ne vardır Rabbulâlemin olan Tek Allah inancı mı Hac mı Kâbe mi Kurban mı Acaba Kavim ilahlığı veya teslis mi Hz. İbrahim de mevcuttu. Kutsal metinlerde sadece İbrahim adının geçmesi neyi gösterebilir Kur ân şöyle der: Ey Kitap Ehli! Niçin İbrahim hakkında münakaşa ediyorsunuz Halbuki Tevrat ve İncil, ancak ondan sonra indirildi. Bunu da mı düşünemiyorsunuz " (Al-i İmran, 65). İbrahim ne Yahudi ne Nasranî idi. (Al-i İmran, 67-68). Ayrıca, Sezen, haklı olarak "dinler" kavramının İslâm ilahiyatı bakımından sorunsuz olmadığını, Kur ân da çoğul olarak dinler (edyan) kelimesinin geçmediğini belirtir. Ancak " Onların inanışları gibi tevhid sürecinin dışındakiler" (a.g.e., s. 10) den bahsedildiğini söyler.
Özetle, din, "İbrahimi dinler", Peygamber, vahiy gibi temel kavramlar bağlamında ve son ve ekmel din olarak İslâm ölçüsünde tevhid kavramları, güncel bir takım görüşleri de inceliyor Yümni Sezen. Kuşkusuz bu kavramlar ve onlarla ilgili ileri sürülen görüşlerin, sadece güncele bağımlı değerlendirilmesi yanlış anlama ve anlaşılmayı da beraberinde getireceği unutulmamalıdır.