Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadîm” adlı şiiri inkâr içerikli mısralardan oluşur. Nitekim bahsi geçen şiirin son mısraları Fikret’in alenen Tanrı’yı inkârıyla biter.
“Eski Tarih” başlığını taşıyan bu şiir 212 mısradan müteşekkildir ve 28 Nisan 1905 tarihinde yazılmıştır. Şair her şeye karşı derin bir nefret içindedir ve bu nefreti inancını da kapsamıştır. Birkaç mısraı şöyledir:
“Her şeref yapma, her saadet piç,
Her şeyin ibtidası âhiri iç,
Din şehid ister, âsümanı kurban,
Her zaman her tarafta kan kan kan!”
Meşrutiyet’ten önceki yıllarda elden ele dolaşan Fikret’in şiiri, II. Meşrutiyet’ten sonra yayınlanmış ve toplum üzerinde, özelliklede yanlışlığı dindarlarda arayacakları yerde, dinde arayan münevverler üzerinde menfi tesirler oluşturmuştur.
İşte İstiklâl Marşımızı yazan şair Mehmed Âkif’i, Fikret’e cevap vermeye zorlayan etken budur. Daha açık bir deyimle Fikret’in inançsızlığına değildir onun öfkesi. İslâm toplumunun değerlerine saldırılması, bu kutlu dinin müntesiplerine hakarete kalkışılmasıdır.
Âkif ise 1912’de “Süleymaniye Kürsüsü” adlı şiirinde Fikret’e şu dört mısra ile cevap verir:
“Serseri: Hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok:
Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok;
Şimdi Allah’a söver… Sonra biraz bol para ver;
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!”
Fikret-Âkif kavgasını, en güzel şekilde Eşref Edib “İnkılâp Karşısında ÂKİF – FİKRET Gençlik – Tancılar Kurtuluş Harbinin iman kaynağı İstiklâl Marşı mı Tarihi Kadîm mi ” başlıklı eserinde şöyle anlatır:
Gençliğin Âkif’e sevgi ve tezahüratı…
Tancıların hücum hareketi…
İstiklâl Marşı’ndaki “Hilâl” ve “Şüheda” tabirlerine tainleri…
Üniversite gençliğinin Tancılara karşı İstiklâl Marşı’nı ve Âkif’i müdafaaları…
Türk bayrağındaki “Hilâl” i sevmek ve saymak mecburiyetinin Tancılara ihtarı…
Tancılar, “İstiklâl Marşı” ve “Çanakkale” şairine ve İstiklâl Marşı’na karşı evvelce gazeteleriyle yaptıkları hü¬cumlara ilâveten bu defa da bir risale neşrettiler ve bunun, bu mevzuda hazırladıkları büyük bir eserin mukaddimesi olduğunu bildirdiler.
Âkif’in vefatında üniversite gençliği görülmemiş bir sev¬gi ve tezahürle Âkif’in çıplak tabutunu “şafaklarda yüzen al sancağa”, şanlı Türk bayrağına sararak, eller, başlar üzerinde taşıyarak, kabre götürdükten ve kabri başında sa¬mimî gözyaşları dökerek, büyük bir heyecan içinde İstiklâl marşını okuduktan ve:
`Âkif! Sen, sabah akşam Türk İstiklâl Marşı genç göğüslerde bir ses dalgası halinde ufuklardan ufuklara ya¬yıldıkça, milletin sevgiden örülmüş bir edebiyat hâlesi için¬de yaşayacaksın!.. Senin kabrini gençlik yapacaktır; icap ederse sırtında taş taşıyarak, tırnaklarıyla toprağı kazarak!..
Diye ahd ve peyman ettikten; Âkif’in yüksek seciyesi¬ni, eşsiz faziletini hürmetle selâmladıktan sonra, nedense Âkif’e karşı bir hücum hareketi başladı.
Hele büyük şairin vefatının ikinci yıldönümünde Üni¬versite salonunu baştanbaşa dolduran ve adedi üç dört bini geçen kadirşinas ve faziletkâr gençliğin gösterdiği misli görülmemiş tezahüratta, bilhassa Tıbbiye talebesinden M. Onbaşıoğlu gençlik nâmına kürsüye gelerek:
Âkif’le gençlik, biri birinden ayrılmaz, bir varlık ol¬muştur. Memleket düşman istilâsı altında kalarak kan ağ¬ladığı bir zamanda Âkif yetişmiştir. Âkif, millete, şahsî imanından doğan fazilet ve vatanperverlik imanını verdi. Vatanın hürriyet ve istiklâli işte bu iman silâhıyla kazanıl¬dı. İstiklâl Marşı, İstiklâl Savaşı’nın kaynağıdır. Ve istik¬balde de eşsiz zaferler kazandıracak kuvvettedir, işte bu¬nun için Âkif gençliğin gönlünde ilelebet yaşayacaktır.
Diye gençliğin fazilet ve vatanperverlik hislerine ter¬cüman olduktan sonra, Tancılar sinelerinde besledikleri müthiş gayzları şu suretle meydana vurdular:
Ey gençler! Gafil bulunmayınız. Âkif’in ideali dindi. O, dindar bir adamdı. İstiklâl Marşında bile İslâm timsali olan hilâlden bahseder. Çanakkale’nin topraklarını sıkınca şüheda fışkıracağını söyler. O, bizim idealimize inanmadığı için bizim neslin şairi değildir. Gençliğin bu ince farklara dikkat etmelerini istemek hakkımızdır. (Tan, 04.1.1939).
Bunun üzerine üniversite gençliği şiddetle muka¬bele etti:
Gençlik kıymet vereceği insanları pek isabetli ola¬rak tayin eder. Umumî hükümler bir kaç kişinin kanaatleriyle değişmez. Gençliğin dikkat nazarını çekmeye lüzum yoktur. Bizler hükümlerimizi vermişizdir. Bir milletin üç şeyi değişmez: Vatanı, bayrağı, millî marşı. (Yeni Sa¬bah, 09.1.939).
Bu suretle faziletli gençlik ile Tancılar arasında karşı karşıya iki cephe teşekkül etti. Gençliğin faziletkâr ve fe¬ragatkâr şaire içten gelen bu bağlılığı Tancıları fena hâl¬de müteessir etti. Birçok üdeba ve mütefekkirler de üni¬versite gençliğinin bu davasına iştirak ettiler. Neticede İstiklal Marşı’na karşı Tancıların hücumları tesirsiz kaldı. Niha-yet Âbidin Daver’in:
— Hilâlden bahsettiği için istiklâl Marşı’nı sevmeyenler var. Bunlar Türk bayrağını da sevmiyorlar, demektir. Çünkü hilâl orada da vardır. Hilâle karşı gösterdikleri bu sevgisizlik, onun Türk remzi değil, İslâm alâmeti olma¬sından imiş. Öyle de olsa, Türk bayrağına girdiği için, hi¬lâli sevmeye ve saymaya mecburuz. (Cumhuriyet, 20.2.1939).
İhtarı üzerine Tancılar seslerini kısmaya mecbur oldu¬lar. Bu suretle üniversite gençliğinin davası galebe çaldı.
Kazanan Fikret’in Tarih-i Kadim’i değil, Mehmed Âkif’in İstiklâl Marşı oldu…