Her insanın bir yaşama müziği vardır. Yaşam o ‘teneffüs’te nefes alır. Kendi ritminde kendi nağmesini bulur. Hayat adeta müzik üzerine kuruludur. Müzik insanın asli ihtiyaçlarından. İnsana verilmiş hava, su, gıda, toprak gibi hayatla yaratılmış temel unsurdur. Hayat kendi kompozisyonunda çeşitli ses, ritim ve nağmelerden oluşan müziktir. İnsanın insanlığını unutmaması bakımından müzik dinliyor olması insani ve beşeri doğasının gereğidir. Müzik hayatımızın bir parçası çünkü müzikte insan halleri var. Hayatında herhangi bir müziğe hiç yer vermemiş bir insan sanıyorum düşünülemez. İnsan halleri o hallerin içerdiği insandaki ritimle hangi tür müzik dinleyeceğini de belirliyor. Neşeliyken neşeli kederliyken hüzünlü bir türkü dinlemesi gibi. Tersi de doğrudur; kederi dağıtmak için neşeli hareketli bir türkü dinlemek de oluyor. İnsan, hayatında hep müziğe ihtiyaç duyar. İnsana bu dünyada müzik verilmeseydi insan bu dünyanın katılığından duyarsızlaşabilir, insaniliği eksik olurdu. Müzik; ses, ritim ve nağmelerden çeşitli disiplinlerle insan ruhunun gizli yerlerine dokunan geniş ifade gücüyle var olmuştur. İfadenin geniş olması insanın sadece hareketli ya da sadece kederli tarza teşne olmamasından kaynaklanıyor. İnsan, içinde bulunduğu hale göre dinliyor. Yalnız her dinlenilende bir atmosfer vardır, dahası o atmosferi ya veriyor ya da insan o atmosferde olduğu için o anda o müziği dinliyor. İlk gençlik yıllarımda arabesk müzik dinlemişliğim var. Ondokuz yaşıma kadar arabesk müzik dinledim. Tabi arada bir pop müzik de dinlerdim o yıllarda. Ondokuz yaşımdan sonra türkü dinlemeye başladım. Arada farklı tür müzikler dinlesem de çoğunluk hep türkü dinlerim. Halen türkü dinlerim. Arabesk müzik ilk gençlik yıllarımda kalmıştır.
Arabesk müziğin dörtlüsünden biri olan Ferdi Tayfur vefat etti. Dörtlüden ikisi kaldı hayatta. Arabesk müziğin ‘baba’sı Müslüm Gürses vefat etmişti. Arabesk müziğin diğer güçlü seslerinden Orhan Gencebay ve Hakkı Bulut hayatta. Ülkemizde bu dört isim arabesk müziğin ‘as’ıdır. Her bir isim arabesk müziği kendi tarzında söyledi. Ferdi Tayfur arabeski sesindeki heyecan barından titreklikten söylediği için nağmelerde titrek ağlayımsı bir hava var. Sanki söylemiyor da ağlıyor gibi. Hançere böyle. Sesteki belirleyici renk.
Ferdi Tayfur’un ölümü (2 Ocak 2025), bir anlamda ilk gençlik yıllarımın ölümü oldu. İlk gençlik yıllarım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Çünkü 1990’lı yıllarda beş yıl arabesk müzik dinlemiştim. Ortaokul yıllarımda Ferdiciydim. O yıllarda Ferdici olmak biraz da çocuksu bir ayrılacaktı. Âşık olmuşsun ama konunun nereye gideceğini bilmiyorsun. Ferdi dinliyorsun. Lise yıllarımda ise Müslümcüydüm. O yıllarda Müslümcü olmak farklı bir ayrıcalıktı. Bütün kasetleri vardı bende. Ferdi Tayfur’un da bütün kasetleri vardı müzik raflarımda. Orhan Gencebay ve Hakkı Bulut’un ise birkaç kaseti mevcuttu. Müslümcü olmak ayrıcalıktı; çünkü Müslümcü olmak düzene itiraz etmek anlamı taşıyordu. Ferdici olmak demek ise daha çok sevgiliye seslenmek demekti.
İnsan ilk gençlik yıllarını hatırladığında o yıllardaki duyguları aklına geliyor. O zaman dinleyelim Ferdi Tayfur’dan;
“İlmik ilmik bağlanmışım
Yüreğimi dağlamışım
Ben günahkâr bir kulunum
Sevda çekip ağlamışım
Mor güllerin kokusuna
Yattım gönül uykusuna
Al beni de asker eyle
Sevenlerin ordusuna…”