Güngören’den komşunuz Necmeddin Kehribar abinin vefat haberi ile hüzünlendim. Gözümün önünden komşularımız geçti. Hey gidi günler hey. 1983 yılı Nisan’ında Üsküdar Sultantepesi’nde kirada oturduğumuz evden kendi evimize taşınmıştık. Dört bir yanımız tanıdıklarla çevrelenmişti. İşte yan binada emekli astsubay Vahid abi ve hemen alt katta Mustafa Ekmekçi abi (her ikisi de rahmet-i Rahman’a kavuştu), aynı binada Bilal Eren ve Mehmet Dikmen, sokağın başında Mustafa Çapraz. Hemen ötede Mehmet Soslu. Aşağı mahallede Şecaaddin Yıldız, Mustafa Kaplan… Bir sokak ötede Tahir Aka, birkaç sokak ötede Selahaddin Tercan, Erol Erşenkal, merhum Niyazi Birinci (Yavuz Bahadıroğlu), üst caddede çeyiz mağazası olan Yunus Keskin (merhum) ve perdeci Necmeddin Kehribar, biraz ötede ayakkabı tamircisi Nevzat Çamyar… Bizim bir alt katımızda mescidin imamları oturmakta. Toprak sahibi o daireyi vakfetmiş. Dolayısıyla o daire Diyanet İşleri Başkanlığı Vakfı’na ait. Tayin edilen hocalar oturmakta. Mahmut Hoca, şimdi de Yüksel Hoca. Ne güzel insanlar…

İstanbul’da 33 sene oturmuşuz. Bu müddet zarfında komşularımızla çok güzel münasebetlerimiz oldu. Güzel hatıralarımız var. Mesela Nevzat Çamyar, benim şoförlük hocamdı. Ehliyeti 1978’de almıştım. MTTB Trafik bürosundan. O tarihte MTTB Milli Görüş camiasının elindeydi. Çok güzel faaliyetleri vardı. Bunlardan biri de Emniyet Müdürlüğü ile koordineli olarak ehliyet kursu düzenlemeleri ve yazılı ve direksiyon imtihanlarını organize etmeleriydi. Direksiyon imtihanına Maslak’ta girmiştik. Ehliyeti aldıktan sonra, “Üç nalla bir ata kaldık” dedik. 1993’te Lada marka arabamızı aldık. Ehliyetimiz vardı, ancak şoförlüğümüz zayıftı. Nevzat Çamyar bir sürücü kursunda direksiyon hocası idi. Birlikte çalıştık. Nihayet bir gün işyerinin önüne park etti. “Bundan sonra sen gideceksin. Eve gidince bana telefon edeceksin” dedi. “Yapma, etme!” dedimse de dinlemedi. Dua okuya okuya gittim. Nihayet bizim sokağa gelmiştim. Baktım Vahit abi, ona rica ettim, arabayı park etti. Oh rahatlamıştım. Eve çıkıp direksiyon hocama telefon ettim. “Hah işte şimdi şoför oldun!” dedi.

Komşularımızdan bazıları ile aynı gazetede çalışıyorduk. Yeni Asya gazetesinin bir de yayınevi vardı. Yayınevinin kitap taşıyan kamyoneti aynı zamanda servis arabamızdı. Eminönü’den Üsküdar ve Kadıköy’de oturanları alıp bizden tarafa (Göngören’e) geliyordu. Kapalı kasa bir kamyonetti. İki sıra oturak konulmuştu. O sıralara oturuyorduk. Koca koca anlı şanlı yazarlarla birlikte (Yavuz Bahadıroğlu, Ahmet Şahin, Mehmet Dikmen, Bilal Eren, Salih Suruç, Erol Erşenkal) mütevazi bir kamyonet kasasında gazeteye gidip, aynı şekilde evimize dönüyorduk. Bu gazetede çalışan komşularımızla bazen bir fabrikanın yanındaki boş arazide maç yapıyorduk. Ahmet Şahin Hoca da hakemlik yapıyordu. Niyazi Birinci ile Mustafa Kaplan’ın, goldü, değildi tartışmalarını her defasında Ahmet Şahin Hoca tatlıya bağlardı. Ne güzel günlerdi…

Komşularımızla bir sohbet mekânımız olsun diye aramızda para toplamaya başladık. Her ay herkes bütçesine göre katkıda bulunuyordu. Alacağımız dairenin yarısının parasını tamamlamıştık ki, Çaprazlar ailesi devreye girdi. Harun Çapraz, “Eksiği biz tamamlayalım” dedi. Böylece bir mekânımız oldu. Haftada üç gün o mekânda, tefsir, hadis, fıkıh dersleri yapıyorduk. Böylece komşuluk münasebetimiz daha da güzelleşiyordu.

Sonraki tarihlerde bu komşularımız farklı mekânlara taşındılar. Biz de taşındık. Ancak hatıralar kaybolmuyor. Ne vakit o muhite gitsem, o güzel günler gözümün önünde canlanıyor. Bir defasında şiddetli bir kış yaşamıştık. Diz boyu kar. Arabalar çalışmıyor. Niyazi Bey (Yavuz Bahadıroğlu), “Ben eve gidiyorum” dedi. Biz gazetede çalışanlar yürüyerek Yenibosna’daki gazete binasına gittik, yürüyerek döndük. Gazetecilik böyle bir şey. Bir gün, bir saat bile ihmale gelmez.

Komşularımızla ailece görüşmekte idik. Ramazan’da ve sair zamanlarda yemekli davetlerimiz olmaktaydı. Sizi bilmem, şahsen ben o eski komşularımızı ve komşuluğu özlemekteyim.