Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…

“Bu kullanımların hepsi Soğuk Savaş koşullarının ürünü olan ideolojik maksatlı tanımlardır. Bu nedenle “Millî” kavramının tekrar düzeltilmeye ihtiyaç duyduğu açıktır ve bu kavramın 20. yüzyıl başlarındaki asıl anlamına uygun yorumlanması lazımdır.

Bu anlam ise özetle şudur:

Millî, millete ait olandır ve milletin amaçlarına ve ihtiyaçlarına uygun planlardır ki; milletin tarihini, coğrafyasını, varlık ve beka çabasını anlatır.

Millet ise ortak tarihi ve kültürel bağa sahip bulunan, inanç ve kader birliği oluşan, Anadolu’yu anavatan sayan, ama Anadolu’dan daha geniş bir coğrafyada yaşayan, bütün farklılıklarına rağmen kendini ortak millet ruhu ile tanımlayan topluluğun adıdır.

Temel dokusu Müslümanlık olmakla birlikte; farklı din ve inançlardan mensupları olan, temel ve resmi dili Türkçe olmakla birlikte, farklı dillerin de konuşulduğu bu milletin varlığını ve bekasını savunup sahiplenmek, gelişmesini ve güçlenmesini istemek, temel ve ortak inanç, değer ve taleplerini her şeyin üstünde belirleyici olarak görmek, milliliğin icabıdır.

Bu tanım çerçevesinde, milliliğin zıddı yani gayrı millilik, millete dayanmamak ve milletin şu ya da bu özelliğine karşı çıkmaktır.

Bu anlamda ulusçuluk dahi, milletin dini inanç ve ahlaki değerlerini dışladığı ölçüde gayrı milli bir ideoloji konumundadır.

Yine millilik, millete dayanmayı temel aldığı için, milleti dışlayan her tür siyasi projeyle, örneğin arkasına askeri almaya çalışan masonik vesayet rejimlerini, bütün totaliter sistemleri ve oligarşik yönetimleri gayrı milli saymak lazımdır.

Öte yandan negatif (ırkçı) milliyetçilik ve kavmiyetçilik de özünde gayrı milli bir düşünce akımıdır. Zira milleti dar ölçülerle ayırmayı, ötekiler üzerinde hegemonya kurmayı ve millî ve manevi değerleri, ırkçı amaçları için kullanma dışında, bunları bir kenara atmayı amaçlamıştır. Negatif milliyetçilik akımı genelde Beyaz Türklerin, öteki addettikleri, milletin parçası olan etnik unsurları kışkırtıp kullanmayı hedefledikleri masonik seçkinlerin ideolojisi haline gelmiş bulunmaktadır. İşte bu yüzden millici pozitif milliyetçiler kendilerini ve yollarını onlardan ayırmışlardır.

Milliliğin bir diğer özelliği ise doğal olarak yabancı güçlere karşı her türlü bağımsızlığı savunmaktır. Fakat bu bağımsızlık, millî değerleri ve dinamikleri dışlayan bazı ulusalcıların bağımsızlık anlayışından farklıdır.

Bu ulusçular kültürel olarak gayrı millî, yani Batıcı oldukları ve manevi değerlere yabancı bulundukları için, bağımsızlığı; milletin dünya milletleri arasında kendi varlığı ve amaçları ile onurlu bir yer sahibi olması şeklinde anlamazlar, sadece bir şekilde gasp ettikleri iktidarın, ellerinde kalması ve kimsenin onlara karışmaması olarak anlarlar. Yani ulusçu bağımsızlıkçılık; bir ideolojik zümrenin keyfi hegemonyasını korumayı ifade eder, gerçek bağımsızlığı değil.

Bu nedenledir ki, ülkemiz onların hegemonyaları altında maalesef Avrupa’nın eyaleti, Amerika’nın sömürgesi ya da ulusçu zümrelerin keyfi hegemonya çiftliği olma seçenekleri arasında sıkışıp kalmıştır.

Başka bir husus ise millilikle enternasyonalizmi zıt görme yanlışlığıdır.

Evrensellik ve “nizam-ı âlem” amacı taşıyorsa ya da başka tip kapsayıcı ve kuşatıcı sistemler; eğer farklı köken ve kültürden, ayrı din ve düşünceden bütün ülkelerin birlikte ve barış içerisinde yaşamasını, imkânlarını ve kazanımlarını paylaşmasını içeriyorsa, bu yaklaşım bizatihi milliliğin zıddı olmayacaktır.” (Devamı var…)