“SAĞLIK vesilesiyle “KUR’AN VE İLİM merkezli haftalık seminerlerimizin” devam ettiğini ve geçen hafta 1186’ncı seminerimizi yaptığımızı hatırlatayım; çünkü sağlık başta olmak üzere bütün sorunlarımızı ancak ve ancak Kur’an, ilim ve amel ile sonlandırabiliriz. Sağlık sorunlarımızın teşhis ve tedavisi ile ilgili olarak yazacaklarımızın girizgâhına 1185’inci haftalık seminer çalışmamızdan tevafuk eden notlarla başlayalım.” Birinci yazımıza böyle diyerek söze başladık; kaldığımız yerden devam edelim…

Söz konusu Ankebut Sûresi 60’ıncı ayet “Ve O işiticidir, bilicidir” şeklinde sona ermektedir. “El-Semiu” işitici demektir. “El-Aliymu” bilici demektir. “Ve O (Allah) işiticidir, bilicidir” demektir. Kur’an’da “el-semiu el-aliymu” yalnızca Allah için kullanılır.

Sıra her zaman “işitici, bilici” şekildedir; “bilici, işitici” şeklinde gelmez.
Bu nedenle Allah’a özel bir ifadedir.

Bu işitme ve bilme bizim bildiğimiz işitme ve bizim bildiğimiz bilme değildir, ikisi bir arada Allah’a özel işitme ve bilme şeklindedir. Aslında ikisi bir arada tek anlam ifade etmektedir. Burada görme fiili yoktur.

Kur’an’da “el-semiu el-basiyru” yani “işitici, görücü” şeklinde de gelmektedir, ancak “görücü, bilici” şeklinde gelmemektedir.

Bu ayetin tamamının mealini tekrar hatırlayalım: “Nice rızkını taşımayan dabbe, onu ve sizi yalnızca Allah rızıklandırır. O işiticidir, bilicidir.” (Ankebut Sûresi 60’ıncı ayet)

Allah, her şeyi değişik bir biçimde bilmektedir, yaptığımız her faaliyeti bilmektedir.
Allah, bizim rızıklarla ilgili yaptığımız her şeyi bilmektedir.
Allah, besinlerin nasıl berbat hale getirildiğini, rızık verenin kendisi değil vesenler (putlar) zannedildiğini bilmektedir.

Allah, ekinin ve neslin nasıl helak edildiğini bilmektedir.
Allah, dünyanın nasıl bir fesat içinde olduğunu bilmektedir.
Allah, insanlar tarafından çare ve çözümlerin Allah’ın kitabı olan Kur’an’ın rehberliği içinde değil de, “cahiliye dönemi” değil “zır-cahiliye dönemi” içindeki çoğunluk demokrasisinde rızık mülkiyeti olmayan vesenlerde (yani putlarda) arandığını da bilmektedir.
Şimdilik bu kadar!

Bir bilim adamının, Prof. Dr. Ahmet AYDIN’ın “KANSER ARAŞTIRMALARI, OKSİJEN ve ŞEKER” başlıklı çalışması ile devam edelim…

“Her doktor, öğrenciliği sırasında Otto Warburg’un buluşunu öğrenmiştir.
1930’lu yıllarda Warburg, kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur.
Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg’a Nobel Ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg’a göre kanserin bir temel sebebi vardır.
Bu da vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg’un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?
Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize (hücre besinine dönüşmek) olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri ise oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.
Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğu / hücrelerin aradığı besine dönüştüğüdür.

Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha hızlıdır.
Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini daha hızlı beslemesini talep etmektedir.

Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii, kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa…” (Devamı var.)