Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…
“Yâeyyühelleziyneâmenû / Ey iman etmiş olan kimseler” (Maide 8)
“Ey iman etmiş olan kimseler” ifadesi tekrar edilerek bugün yeryüzünün güvenliğini devralan müminlere görevleri hatırlatılmakta, iman etmenin manası anlatılmakta. Bakara Suresi’nde İsrailoğullarına verilen vazifenin artık müminlere verildiğini hatırlatmakta.
1) Akitlerin yargı yoluyla korunması,
2) Helal ve haramların tespiti,
3) Toplantıların yapılması,
4) Yargılama usulü anlatılmaktadır.
İnsanlığın güvenliğini sağlamakla görevli olan kimseler herkesi değil de sadece müslim olanları yani cizye veren veya askerlik yapan kimseleri koruyacak. Hukuku her kavmî devlet kendisi koruyacak. Yargı hakemlerden oluşacak. Hakemler uluslararası bir örgüttür, onların kararlarını her devlet kendisi uygular. Kişilere karşı korunacak kararlar illerce uygulanır. Topluluklara ait savaşları ise devlet uygular. Hukuku dinlemeyen devletin tenkiline hakemlerden oluşan mahkeme karar verir. O devleti yola getirme işi komşu devletlere aittir. Her devlet kendi sınırlarından saldırabilir, kendi alanına giren bölgeleri onlar işgal eder. Diyelim ki bir ülke hukuka uymuyor, hakemler karar aldı ve savaşılabilir ülke oldu. O ülkeye bitişik komşu olan ülkeler saldırma hakkına sahiptir. Hava saldırıları yapıp iç bölgelere indirme yapmak her devletin hakkıdır. Hiçbir devlet hava alanını bunlara kapatamaz.
Kendisine saldırılma hakkı olan her devlete hakem kararı varsa saldırma yetkisi vardır.
Böylece artık gönüllü müminler bu güvenliği sağlayacaklardır. Bu devletlerin icmalara uyan devletlerden olması şarttır. Her kitap ehli, bütün peygamberlerin ve kitapların hak olduğunu kabul etmeleri şartı ile “mümin” olur. Her bucağın koruması vardır. Her ilin zaptiyesi vardır, jandarması vardır. Her ülkenin ordusu vardır.
Buradaki “ey iman edenler” dendiği zaman bu silahlı güçler kastedilmektedir.
Hakemlik yapma yetkisi de müminlere verilmiştir.
İslâmiyet’te tek devlet yoktur ama tek yargı vardır. Uluslararası hakemleri mümin devletler atarlar, onları da ilmî ve siyasî dayanışma ortaklıkları seçerler. Adayları ilmî dayanışma ortaklıkları gösterir, siyasî dayanışma ortaklıkları sıralama usulü ile onları seçerler. İllerde oluşacak hakemler uluslararası hakemlere bağlıdırlar. Bu hakemler kıta merkezlerinde bulunur. Ülke hakemleri ise bölgelerde bulunur. Bölge hakemleri aleyhinde ancak insanlık hakemleri nezdinde dava açılabilir.
“Kûnû / Siz olunuz.” (Maide 8)
“Adaletle hükmedin” emri başka yerde vardır. Burada bize emredilen ise “olmamız”dır.
Yani herkes hakemlik yapamayacak, ancak ehliyetli ve dayanışma güvencesine dâhil olan hakemler hükmedebilir. Başka yerde “sizden marufu emreden, münkeri nehy eden teşkilat olsun” denmektedir. Burada da hakemler teşkilatının olması emredilmektedir.
İman edenlere “siz olunuz” demekle, hakemlerin müminlerden olacağı açıkça ifade edilmiştir. Hakemlik kamu görevidir. Her davada hakemleri taraflar seçerler. Bu hakemlerin dışında herkesin hukuk danışmanı vardır; o genel hizmettir. Davayı yürütüp karar verme ve silahlı güç tarafından infaz edilecekler kamu görevidir. Bunların “mümin” olması şarttır. Tarafların hakemlerini bunlardan seçmesi gerekir, yoksa kazai hüküm değildir. “Siz olunuz” dendiğine göre bütün müminler görevlidir. Ayetin sonunda “ittika ediniz” dendiğine göre bu içtihat konusudur, içtihat ihtisası gerektirir. Dolayısıyla bu farzı kifayedir. Mümin olması gerekir ama yeterli değildir, ayrıca bilgili olması gerekir. Hakemler ilçelerde bulunurlar. Bucaklarda dava açılınca hakemler bucağa gider ve orada muhakeme edip karar verirler. Bucak yönetimi icra eder. Kararlara uymayanları ilçe kolluk kuvvetlerine havale ederler.
(Devamı var.)