Güçlü olan mı haklıdır? Haklı olan mı güçlüdür? Sizin bu soruya cevabınız ne olurdu?

Kalbinizden haklı olanın güçlü olduğu geçse de çoğunuz güçlü olanın haklı olduğunu söyleyecek. Eee sonuçta güç çağının insanlarıyız. Gücün her şeyden önemli olduğu söylemleri ile büyüdük, bu söylemlerle yaşamaya devam ediyoruz. Herkesin güçten anladığı da elbette farklı.

Kimisi gücün mal mülk olduğunu sanıyor. Bunlar daha çok kazanmak için her türlü yolu mübah görenler. Faiz, rüşvet, hırsızlık güce giden yolda onlar için ancak bir araç. Hiç çekinmeden başvuracakları bir araç. Gerekirse mazlumun elindeki beş kuruşa bile göz dikebilirlerdi. Öyle de oldu. Zenginliklerine zenginlik katabilmek için fakirin elinde avucunda ne varsa almak için mücadele ettiler.

Kimisi gücü güzellik ve karizma sanıyor. Güzellik yahut karizma uğruna sayısız operasyona bile isteye yattılar. Operasyon dediğimiz illa ki estetik operasyon değildi. Karizma uğruna nice taht oyunları kurup bozdular. Sonuçta herkes yaşlandı, her oyun bitti. Güzelliğin de karizmanın da gelip geçici olduğuna gözlerimizle şahit olduk.

Kimisi gücün makam mevki olduğunu sanıyor. Statü atlayabilmek, daha büyük koltuğa oturabilmek için en yakınlarını bile harcayabilen insanlar bunlar. Başkalarının omuzlarında yükselip yükseldiği omuzları çiğneyen insanlar…

Çağımızın en büyük hastalığı ise bilginin güç olduğunu sanmaktı. “Bilgi güçtür” cümlesinden herkes başka şey anladı. Kimisi okumak sandı. Gecesini gündüzünü akademik kariyer yapmak için harcadı. Amaç ilim irfan sahibi olmak değildi. Haliyle diplomasız işsizler, okumuş cahiller çoğaldı. Kimisiyse bilgiyi silah sandı. Daha çok bilgiye ulaşmak için tüm ahlâki değerleri yıktı geçti. Fişlemelerin, dedikoduların, yalanların önünü açtı. Sonunda kendi silahıyla vuruldu.

Güç çağının insanları olarak eline gücü geçirenin her şeye hakkı olduğu yanılgısındayız. Bu yanılgı insanı felaketten felakete sürüklüyor. Daha çok güce kavuşmak için kazılan kuyulara dönüp dolaşıp kazanlar düşüyor. Zira ilahi adaleti unutuyorlar. Tam ilahi adalet demişken hepimizin bildiği bir hikâyeyi hatırlatmak yerinde olacak sanırım.

“Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Derviş usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

‘Vur usturayı berber efendi’ der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş bir yandan da aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.

Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak; ‘Kalk bakalım kel derviş, kalk da tıraşımızı olalım’ diye kükrer.

Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ne de olsa mahallenin kabadayısı, elinde silah astığı astık kestiği kestik. ‘Ne diyorsak o’ diye ortalıkta dolaşan bir belalı. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında sürekli aşağılar dervişi, alay eder. Kel aşağı, kel yukarı! Konuşur durur.

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın; bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyari sorar: ‘Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?’

Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: ‘Vallahi gücenmemiştim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kelin de bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!’”

Bir tarafta güç sahibi olduğu için haklı olduğunu sanan kabadayı.

Diğer tarafta ise vurunca sırtına lokması alınabileceği sanılan derviş.

Sonuçta ilahi adalet tecelli edince kimin haklı kimin haksız olduğu çıkmıştır ortaya.

Bu hikâyede anlatılmayan bir bölüm daha vardır. O da kendi dükkânında adaleti sağlayamayan berberin başına gelenlerdir. Düşünmek lazım zalimden hesabı soran, adaleti sağlaması gerekirken sağlayamayandan hesap sormaz mı?