Yeni bir kavramla karşı karşıyayız: beyin çürümesi.

Kavram ilk olarak 2024 yılında Oxford’un yılın kelimesi olarak “brain roat-beyin çürümesi” kelimesini seçmesiyle hayatımıza giriyor. Son zamanlarda ise Amerikan Psikoloji Derneği (APA) tarafından yayımlanan bir araştırma sonucunda gündemimize girmiş bulunmakta. Araştırma sonuçları ise çok sarsıcı…

Bilim insanları, bu kavramı, yüzeysel dijital içeriklere sürekli maruz kalan kişinin zihinsel faaliyetlerinin yavaşça körelmesi olarak tanımlıyor. Bu bir metafor değil! Basit bir rahatsızlık filan da değil!.. Kısa videolar ve sürekli kaydırmak dikkat süremizi dramatik şekilde düşürüyor, yürütücü fonksiyonlarımızı zayıflatıyor… Yani beynin planlama, analiz etme ve kontrol mekanizmalarını aşındırıyor. Farkındaysanız artık uzun videolar bile izleyemez olduk. Çarpı iki hızında izlemeler de yetmiyor olacak ki, dijital platformlar çarpı üç hızında izleme seçenekleri getirmeye başladı. Odaklanma sürelerimiz son zamanlarda o kadar düşmüş durumda ki; bırakın bir paragraf metin okumayı, bir videoyu hızlandırmadan izleyemez hale geldik.

Araştırma özellikle gençlerin -ve aslında hepimizin- günde ortalama 6,5 saatimizi çevrim içi videoların önünde geçirdiğini söylüyor. Bir insanın ortalama uyanık kaldığı zamanı düşündüğümüzde bu, zihnimizin neredeyse yarısının kaydırma hareketine teslim edilmesi anlamına geliyor. İşin korkutucu yanı ise dijital platformlarda sürekli kısa video kaydırmanın “ölçülebilir nörobilişsel hasara” yol açtığının tespit edilmesi oldu.

Kendi ayağımıza sıkıyoruz aslında. İnsan beyni; yavaş öğrenme, odaklanma ve anlamlandırma üzerine programlanmışken biz onu saniyelik görüntülerle bombardımana tutuyoruz. Sürekli değişen görüntüler beyne küçük ama yoğun haz patlamaları veriyor. Bu, başka bir açıdan tanımlayacak olursak dijital bağımlılık dediğimiz şeye sebebiyet veriyor. Beyin bunlara o kadar alışıyor ki; kitap okumak, uzun bir yazıyı takip etmek, derin bir konuyu düşünmek artık ağır ve sıkıcı gelmeye başlıyor. İşte çürüme tam burada başlıyor! Düşünmeye tahammülümüz kalmıyor… Odaklanamaz hale geliyoruz, uyku sürelerimiz azalıyor… Zamanla anksiyete ve yalnızlık hissimiz çoğalıyor.

Tehlike sadece bireysel değil, toplumsal. Çünkü düşünme yeteneği zayıflayan toplumlarda bir tür bilişsel çöküş meydana geliyor. Önce karmaşık konuları anlamakta güçlük başlıyor. Ardından hızlı yargılar, keskin tepkiler ve kolay manipüle edilebilir bir zihin yapısı ortaya çıkıyor. Derinlik kaybolunca geriye sloganlar, ezberler ve yüzeysellik kalıyor. İnsanlar uzun bir metni okuyamıyor, bir fikri süzgeçten geçiremiyor, bir haberi doğrulayamıyor.

Böyle bir toplumda tartışmalar sahtedir. Kalabalıklar konuşur ama kimse aslında bir şey söylemez. Çünkü düşünmek, emek ister. Kaydırmak ise kolaydır.

Asıl kırılma noktası ise toplumların farkında olmadığı küresel bir tehditle karşı karşıya olmamız. Bilişsel çöküş yaşayan toplumların demokratik refleksleri ve milli direnç mekanizmaları da çöküşe geçer. Zihinsel dayanıklılığı azalan bir toplum, manipülasyona, dezenformasyona ve duygusal yönlendirmeye karşı savunmasız hale gelir. Yanlış bilgiler, duygusal fırtınalar ve sahte kahramanlıklar arasında savrulur durur… Gerçek bir tehlike ile yapay bir korkuyu ayırt edemez. Stratejik düşünemez, kriz anlarında sağlıklı karar veremez.

Bu nedenle beyin çürümesi sadece bir eğitim sorunu değildir; bir milli güvenlik meselesidir.

Bir ülkenin geleceğini belirleyen en önemli unsur, tankları, gemileri ya da teknolojik silahları değil; düşünebilen vatandaşlarıdır. Zihni güçlü bir toplum, dış tehditlere karşı daha dayanıklıdır. Kriz anlarında daha soğukkanlı ve gerçekçidir. Propagandaya karşı daha dirençlidir. Zihni zayıf olan toplum ise ilk dijital rüzgârda savrulur.

Bugün yapay zekâ, algoritmalar, veri manipülasyonu ve psikolojik operasyonlarla yeni bir savaş türü yürütülüyor. Cephe artık telefon ekranımızın içi. Düşman bazen bir yanlış bilgi, bazen bir eğlence videosu, bazen de bir kaydırma alışkanlığı. Akıl yavaş yavaş çözülürken, toplum fark etmiyor çünkü çürüme sessiz ilerliyor. Düşünme yeteneği çöken toplumların ne ekonomisi ayakta kalır ne kültürü ne de bağımsızlığı…

Zihnini kaybeden toplum, her şeyini kaybeder…