Kamuda; üst düzey yöneticiler ve uzmanlara yönelik 30 bin TL’ye kadar seyyanen zam yapılmasını öngören teklif, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla ile geri çekildi. Bu karar basit bir “teknik düzeltme” değildir. Aksine, Türkiye’de devletin nasıl yönetildiğini, karar alma mekanizmalarının hangi basıklarla şekillendiğini ve liyakat ilkesinin nasıl geri plana atıldığını göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir.

Teklif; taşra teşkilatlarındaki elinde tutmak isteyen sendikaların tepkileri, muhalif ve iktidara yakın bazı gazetecilerin popülist çıkışları sonucunda geri çekildi. Bu tepkiler, “eşitlik” ve “adalet” gibi kavramlar ile servis edildi. Ancak gerçekte olan şuydu: Merkez, taşraya yenildi. İktidar, devlet aklı yerine oy hesabını esas aldı. Liyakat, popülizme kurban edildi.

Taşradan gelen homurtuların üzerine bir de hem muhalif hem de iktidara yakın bazı gazetecilerin popülist söylemleri süreci daha da sığlaştırıp bayağılaştırdı. Gerçek sorunu tartışmak ve öneride bulunmak yerine, “üst düzey kıyak”, “halk geçinemiyor, onlar zam alıyor” türünden sloganlar attılar. Oysa kimse şu soruyu sormadı, “Devletin nitelikli kadroları giderse, yerine kim, nasıl, neye göre gelecek?”

Bugün bir genel müdürün, bir müfettişin, bir uzmanın aldığı maaş, nitelikli bir özel sektör çalışanının gerisinde. Üstelik kamu görevlileri ağır sorumluluklar, denetimler ve siyasi basıklar altına görev yapıyor. Buna rağmen onların ücretlerin artırılmasının “kıyak” olarak lanse edilmesi, gerçeklikten kopuk bir yaklaşım.

Tam da bu noktada gündeme gelen seyyanen zam teklifi, gecikmiş ama doğru yönde bir atılmış bir adım olabilirdi. Bu teklif bir grubun ücretlerini artırmaktan öte, “nitelikli kamu personelinin elde tutulması” adına stratejik bir hamleydi. Fakat karar vericiler, meseleyi uzun vadili bir devlet politikası yerine, kısa vadeli bir oy meselesi olarak okumayı tercih etti.

İşin daha acı tarafı, bu teklifin çekilmesiyle verilen, “Ne kadar yetişmiş olursan ol, ne kadar sorululuk taşırsan taşı, taşranın baskısı senin önen geçer. Oy dengesi senin emeğinden daha değerlidir” mesajıdır. Bu devlet aklının itibarsızlaştırılmasıdır.

Devletin omurgası her zaman merkez teşkilatlarda oluşur. Yasayı, yönetmeliği, mevzuatı, bütçe planlamasını, stratejiyi bilen kadrolar çoğunlukla merkezde yetişir. Bu insanlar sadece birer memur değil; devlet hafızasının da taşıyıcılarıdır. Bir ülkenin gerçek sermayesi de işte bu yetişmiş insan kaynağıdır.

Ne var ki son yıllarda kamuda, özellikle taşra teşkilatlarında yapılan atamalarda “torpil” giderek daha görünür ve daha pervasız hale gelmiştir. Elbette merkez teşkilatlarında da benzer örnekler vardır; ancak yine de liyakat ve nitelik çıtası korunmaya çalışılır.

Merkez teşkilatlarında yetişmiş yabancı dil bilen, kurum kültürünü tanıyan, mevzuata hakim, kriz yönetebilen uzmanlar düşük ücretler nedeniyle özel sektöre kaptırılıyor. Çünkü kamu, maddi ve manevi bir cazibe merkezi olmaktan uzaklaşıyor.

Eğer kamunun nitelikle insanlarını devlet kurumunda tutamazsanız, yönetim kalitesi düşer. Karar alma mekanizmaları zayıflar, kurumsal hafıza silinir. Bugün alınan popüler kararlar, yarının büyük krizlerinin altyapısını oluşturur.

Elbette alt kadroların, taşrada görev yapan personelin, emeklilerin ekonomik sıkıntıların görmezden gelinemez. Ancak çözüm, herkesi eşit biçimde yoksullaştırmak ya da nitelikle kadoralı da aşağıya çekmek değildir. Bütünü kapsayacak, dengeli, liyakate ve sorumluluğa göre şekillenen bir ücret reformudur.

Devlet, alkışla değil akılla yönetilir. Popülizmle değil, planlamayla büyür. Taşra baskısıyla değil, merkezi akılla güçlenir. Bugün geri çekilen sadece bir zam teklifi değil; devletin profesyonelliğe verdiği değerdir. Yarın kaybedilen ise sadece birkaç bürokrat değil; bir ülkenin yönetme kapasitesi olabilir.