Rakip ya da karşıt her düşünce sistemi, her öğreti, her
dünya görüşü ve uygarlık arasında, açık ya da gizli, doğrudan ya da dolaylı bir
ilişki söz konusu olabilir. Bu ilişki rekabet niteliğinde ortaya çıkabileceği
gibi, kıskançlık duygusu temelinde veya husumet şeklinde dışa vurabilir. Bütün
bunlara rağmen, söz konusu ilişki etkileme ve etkilenme boyutunda tezahür
ederek canlanma, açılma, atılım yapma, yenilenme veya çözülme, yozlaşma,
gerileme ve çökme biçimlerinde gerçekleşip sonuçlanabilir.
Fakat bu tezahürler ve biçimler, bazen aynı düşünce,
öğreti, dünya görüşü, inanç sistemleri ve uygarlıklar içinde de ortaya
çıkabilir, canlanma, atılım yapma, kendini yenileme vb. kadar tersi
olumsuzluklar olarak da gerçekleşebilirler. Bu durum o düşünce, öğreti, dünya
görüşü, inanç sistemi ve uygarlığın bizzat mahiyetinden kaynaklanıyor da
olabilir. Bütün bu oluşumların, gelişmelerin, değişmelerin, mutlak olarak
olumlu ya da olumsuz oldukları şeklinde kesin bir yargıda bulunulması, izafi,
göreceli, bazen de yanıltıcı bir anlam taşır.
Sözgelimi, başlangıcında Hıristiyanlık, bir inanç sistemi
olarak ortaya çıktığı Roma İmparatorluğu içinde reddedilmişken, aynı zamanda
onun dayandığı düşünce ve inanç sistemine rakip olduğunu da beyan etmiştir.
Sonuçta onu bir yandan kendi amacı doğrultusunda dönüştürmeye uğraşırken, diğer
yandan onun dayandığı düşünce sisteminden etkilenmiş, aynı yapı üzerinde
varlığını somut ve görünür hale getirmiştir. Farklı ilkeler temelinde ve
şartlar muvacehesinde İslam inanç sistemi, genel olarak reddettiği düşünce
sistemlerini ve uygarlıkları, mesela Pers, Eski Mısır ve Roma birikimlerini,
kendi ölçeğinde titiz bir ayıklamaya tabi tutarak onlardan yaralanmış, bir
bakıma onları bütünüyle farklı biçimlerde özümleyerek adeta yenilenmelerini
sağlamıştır. Ortaya çıkan ilişki, etkileme ve etkilenme boyutunda olduğu kadar,
rakip iddialar taşıyan mahiyette de tezahür etmiştir. Bir ilişkide etkileyici
konumda olmak, varlık bütünlüğüne sahip olmayı ifade ederken, etkilenmeye açık
bir tavır içinde olmak ise, doğruya, iyiye ve güzele yönelik ve istekli olan
bir kişiliğe güvenmek anlamına gelir.
Tekrar etmek bile fazla, İslam bir inanç sistemi olarak
Arabistan dan çıkıp, özellikle Akdeniz havzasına adım atmasıyla, özünde ilke
olarak barındırdığı evrenselliği, ayrıca uygarlık biçim ve yapısı olarak da
insanlığa sunmuş oluyordu. Dolayısıyla, aynı mekânlarda varlık göstermiş olan
uygarlıkları (Mezopotamya, Eski Mısır, Pers ve Doğu Roma İle Hıristiyan
Avrupa) içten dönüştürüp kendi
kimliğinin potasında biçimlendirmiştir. Kuşkusuz gerçekleşen ilişki, barışı
kapsadığı gibi, yerine göre savaşı da içeregelmiştir. Ancak mahiyetinin gereği
olan barış temel bir umde olarak korunurken, savaş arızi, şartlara bağlı geçici
bir tedbir olarak düşünce ve davranışları belirlemiştir.
Sağlıklı değerlendirme yapabilmek için, doğru tespitlerin
yapılması şarttır. İnanç sistemi olarak İslam ın iddiası ve çağrısı insana
yönelik olduğu ve insanın yeryüzünde varlığı devam ettiği sürece, uygarlık
hedefi de bakidir. Ancak belli bir zamandan itibaren, uygarlık Batı nın
sahipliğinde, ama İslam ın itiraz ettiği nitelikte sürmektedir. Burada
tanımlanacak ilişkinin nasıl olacağı temel bir soru ve sorun olarak ortada
durmaktadır. Fakat bu ilişkiyi genel olarak bir rekabet şeklinde tanımlamanın
daha doğru ve ayrıca maslahata daha uygun olacağı düşünülebilir,
düşünülmelidir. Bu ilişkinin husumet mahiyetinde olduğu, şeklinde bir tanımla
ortaya konulması, mantık bakımından ihtimal dâhilinde görülürse de, hakikat
bağlamında bunun sorunlu olabilme ihtimali daha yüksek olabilir. Sözgelimi,
gerçekten eni konu irdelemeye tabi tutulduğu tatminkâr gözükmeyen bir takım
nitelendirmeler, mesela İslamofobi , bazı tarihi çağrışımlarla desteklenir
özellikte olsa da, sorunlu olması da kuvvetle muhtemeldir. Bir anlamda, rakibe
göre kendini tanımlama gibidir ve bunun isabetli olup olmadığı tartışmaya açık
durmaktadır. Oysa gerekli olan kendini doğru tanımlamaktır.