Afrikada yaşayan dünyalı kardeşlerimizi iftar soframıza ortak ettiğimiz ve onların yoksulluklarına cansuyu olmaya çalıştığımız bu güzel ramazan ayında, sofrada vakti beklerken, iftar programındaki bir hocanın sesi çalınıyor kulağıma:
"Oruç hurma ile açılmalıdır. Hurma yoksa su ile açılmalıdır. Hurma her evde olmalıdır."
Çocukluğumu hatırladım.
Nasıl yaşandığı ne nasıl geçtiği hiç sorgulanmadan merak edilmeyenler deposuna kaldırılan o yılları çocuklarımıza anlatmak istiyorum.
Bugün her yerde rrahatca ulaşılabilen hurmayı biz nerede görüyorduk Biz, yani çocukluğu Demirelin ilk başbakanlık yıllarında geçmiş olanlar. Evet bizler hurmayı ancak hacdan gelen komşularımız eğer var ise, onları ziyaret ettiğimizde görüyorduk.
Hacdan gelen komşu amcaya mübarek olsun, ziyaretine gelenler odanın duvarlarına dayanmış yastıklara sırtlarını vererek otururlardı.
Sohbet elbette o kutsal mekanlar ve gördükleri üzerine olurdu. Sorular cevaplana cevaplana sohbetin sonuna gelinirdi. Hacının sesinin titrekleştiği o sona. Yani Türkiye sınırına. İşte bu noktada kusura bakmayın komşular, derdi hacımız. Kusura bakmayın. Sınırdan geçerken hurmalarımızın yarısını aldılar.
Aslında herkes biliyordu hacının anlattığı hikayeyi. Bir önceki sene, daha bir önceki sene aynı şeyleri duymuşlardı, hacı olup dönenlerden. Dolayısıyla biliyordular ikram edilecek zemzemden bir yudum, ikram edilecek hurmadan bir adet ancak düşeceğini..
Kimse sorgulamıyordu, hacıların hurmalarının ve zemzemlerinin yarısının alınarak orada imha edilme sebebini. Devlet yapar, mutlaka bir bildiği vardır, kanaatinin hakim olduğu izleri kalmış hafızamda; cuma akşamları radyoda yayınlanan bir saatlik Diyanet programının hükümetin büyük bir lütfu gibi görüldüğü o yıllardan.
Ziyaretcilerin genç olanları bir yudum zemzem lezzetinden sonra ağızlarına attıkları o bir hurmayı tadını unutmamayı istercesine birkaç dakika çiğnerlerdi.
Orta yaşı geçmiş ve şakaklarına kır düşmüş insanlarımızın o bir hurmayı yemeyip ceplerinde hazır bulundurdukları bir kağıda sardıklarını veya mendillerinin arasına koyduklarını görmeliydiniz. Hepsinin düşüncesi aynı idi. O bir hurma ihtiyaç olduğunda yenecek. Yani ölmeye yakın bir zamanda.
Onun içindir ki, ölmeye yaklaşmış bir komşunun birkaç hurması ve birkaç yudum zemzemi hep olurdu. Zemzem son gelen hacıdan gelirken, biriktirilen o bir hurmaları getirirdi diğer komşular. Son içtiği zemzem, son yediği hurma olsun diye..
Biz çocuklara düşer mi idi her hacı eli öptüğümüzde bir hurma Bazan..Çünkü o yıllardan kalan bir tat hâlâ var ağzımda.
Çocuklarımıza masal gibi geleceğini sandığım bu hatırladıklarım, benim ilk üzüntü dosyamın muhtevasını oluşturur.
Gerçi biz bu anlattıklarımızı geçtiğimiz asırda yaşadık.
O bir hurma çekirdiğinin ne olduğunu da söylemeliyim. Yoksa bir yanı eksik kalır o yılların.
Ağızdan çıkarılıp cebe konan o çekirdek ya bir saksı dibine gömülürdü, ya da ucundan delinerek bir çocuğun gömleğinin arka omuzbaşına dikilirdi.
Birinci Erdoğan zaferi mi
Kısım bir:
"Yunan To BHMA gazetesi bile başbakanın başarısına övgüler yağdırdı" üst başlığıyla çıktı iktidara yakın gazetelerin hepsi.
"Bizim de bir Erdoğanımız olsa!" diye haber yazdığını duyuruyorlar bir Yunan gazetesinin.
To BHMA bir kasaba gazetesi midir, bilmeyiz.
Yazacak konu bulamıştır; oturup böyle bir şey yazmıştır, hem sevindiririm Türk meslekdaşlarımı diyerek, bunu da bilemeyiz.
Lakin bizimkilere ne oluyor Kendileri gibi sevindirik hastalığına tutulmamamızdan niçin bu kadar rahatsızlar İlla azıcık da olsa ortak etmek istiyorlar kendi hallerine.
Demek istedikleri şu:
Bir Yunan bile "ah ülen ah! Bizim de bir Erdoanımız olsa" diye yanıp tutuşurken, sizin adam olmanız çok zor.
Veya,
Yunanın imrenmesine bak. Gıpta edilecek durumda olduğunu gör. Muhalefet senin neyine Adı Kemal olan bile yapamazken..
Kısım iki:
Bir Yunan gazetesinin haberiyle sayfalarını doldurarak AKPnin gözüne girmeye çalışan bu ülkedeki gazeteciler acep bilmezler mi, bir Erdoğanları olmanın bedelini
Uyarmaları gerekmez miydi Yunan meslekdaşlarını.
Aman ha! Bir Erdoğanın olması bize televizyonları Müslüm Gündüzlü, Sincanı tanklı, medyası darbeli, üniversiteleri ikna odalı, bankaları emekli generalli, 28 Şubatı bin yıllı günleri yaşattı bize. Siz dayanabilir misiniz
Hem sonra sizin de bir Erdoğanınız olması demek, kasetle gelen Kemalinizin de olması demek, kasetlerden habersiz Bahçelinizin de olması demek Silivriden milletvekili isteyen Demirelinizin de olması demek. Katlanabilir misiniz
Üçüncü kısım.
İsmail Cemin TRT Genel Müdürü olduğu günlerde solcularımız yeri göğü inletmişlerdi gazetelerinde, dergilerinde.
TRT Avrupada en başarılı televizyon seçildi!
Siyah-beyaz ve tek kanallı TRT.
Avrupa dediysek canım. Avrupanın bir kasabasında yayınlanan bir dergide.
İsmail Cemin başarısızlığı o günlerde böyle kamufle edilmişti.
MEKTUP YAZDIM YAZ İDİ
Futbolda şike soruşturmasında gözler Galatasarayda.
Ünlü "20.45te şampiyonuz", anahtarıyla kapalı yerlere ulaşmaya çalışan soruşturma makamı, 2007 yılında yöneticilerden birinin yazdığı iddia edilen bir mektubu sormuş eski başkan Adnan Polata. Sorgudan çıktığında aynen böyle demiş gazetecilere.
-Bana mektubu sordular!
Peki, siz ne dediniz Haberin devamı yok.
-Ben de o mektubu arıyordum, neredeymiş Demiş olabilir mi Polat başkan.
Bir yönetici arkadaşının 2007 yılında yazdığı mektup soruluyor eski başkan AdnanPolata. Diyor ki:
-Mektubu dün öğrendim.
Gel de şimdi rahmet okuma, cep telefonu denilen aleti icad edenlere.
2007 yılında, yani bundan 4 yıl önce yazılan bir mektup, hâlâ alıcısının eline ulaşmamışsa, insanoğlu mecbur kalmış mesaj ileten cep telefonunu icad etmeye.
Yani bu icadın sebepleri arasında sayılabilir bu durum. Galatasaray katkısı işte.
Galatasaray eski yöneticisi Polata bir mektubun sorulması kamuoyunda büyük endişe yarattı. İktidarın iktidar olacağını yüzde 50 tahmin eden araştırma şirketi (diğer yüzde 50 muhalefetin şansı idi) bu endişelerin kaynağını araştırmış. İşte neticeler.
Endişe bir: Telefonlardan sonra mektuplar da mı teknik takip kapsama alanına girdi Mektubunun teknik takibe takılmamasını isteyen mektup yazıcıları, mektuplarını elden teslim etmeyi düşünüyorlar.
Endişe iki: Eski ve yeni Galatasaray başkanına mektup yazma gafletinde bulunan onlarca kişi, sorguya çağrılacakları günü beklerlerken, maksatlarının kutlamak olduğu, mektuplarında geçen bir rakam varsa, hatırlamadıkları yönünde ifade oluşturmaktadırlar kafalarında.
Endişe üç: Bugüne kadar teknik takibe takılmayanlarda görülmeye başlanan psikolojik yıkımın artması. Acaba biz üçüncü sınıf mıyız
SİZDEN Mİ, BİZDEN Mİ
Gazetemizin yazarlarından Üstad Mehmet Şevket Eygi ağabeyin dünkü yazısından biraz okuyalım. Halid-i Bağdadi hazretlerini anlatıyor:
"Bağdattaki dostlarına yazdığı mektupta Vali Davut Paşayı ziyaret etmemelerini öğütlüyor. Davut Paşa kimdi Din ilimleri okumuş, kalem ve kılıç sahibi, çok salih bir müslümandı. Hatta Halid-i Bağdadinin müridiydi. Buna rağmen valinin huzuruna gitmeyin diyor.... Anlayana..."
Bu cümleleri okuyunca İskender Palanın anı kitabı geldi aklıma. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğanın bir bayram töreninde, yüksek rütbeli bir komutana, kendisinden "Bizim İskender" diye bahsetmesinin ihraca varan sıkıntıların başlamasına sebep olduğunu anlatıyordu.
Üstad Eygi anlayana, diyor. Bilmem doğru anladık mı
Bu böyledir
The Economist dergisi Başbakan Erdoğana Menderes örneğini hatırlatmış.
Hiç gerek yok, ellerin dergilerinin böyle hatırlatmalar yapmasına.
Dedikleri, bu ülkede hiç unutulmadı.
Başbakanlık yıllarını, önümde iki bakanıyla asılmış bir Menderes vardı, örneğiyle açıklamış bir Demirelin 28 Şubata banilik yaptığını da bilir bu ülke.
Bayramlık ve idamlık gömleğim var, diyen politikacılarımız da hiç eksik olmadı.
The Economist dergisi Mecliste bir SP grubunun olmadığını bildiğinden yapıyor bu kaşıma işini. Eksiğimiz bu!
e-mail: [email protected]