M.Ö. çağlarda Milet özgün düşüncenin geliştiği bir yerleşim yeriydi. Bugün Türkiyenin Aydın İlinin Söke ilçesini kapsayan bu yerleşim yeri, önemli filozofların yetişmesine beşiklik etmişti. Mezopotamya ve Fenike uygarlıklarından fazlasıyla etkilenen Miletin en temel özelliği özgür düşünceye ket vurulmamasıydı. Miletin bu özgün ortamında Thales, Anaksimendros, Anaksimenes ve Hecataeus

gibi dünya tarihine damgasını vuran felsefeciler yetişti. İlerleyen zaman dilimlerinde de bölgenin düşünsel üretime katkıları devam etti.

Düşünmek insan özgü bir özelliktir. Her insan bu kabiliyeti ile doğar. Fakat her insan bu kabiliyeti, insanlığın hizmetine sunamaz. Sadece ayrıcalıklı insanlar, geleceği düşünür, sorgular, sorar, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Tabi koşullar düşünsel üretime her zaman müsait değildir....

İnsanın düşünce kabiliyetinden ötürü diğer canlılardan ayrılır, bu farklılık çoğu zaman, insan tanımının, düşünce kavramının eş değeri olarak görülmesine neden olmuştur. Düşünmek fiili, insan terimi ile aynı anlamı ifade etmeye başlamıştır. Fakat bazen egemen güçler insanın bu en doğal özelliğini engellemeye çalışmışlardır. Ortaçağ Avrupası bunun en tipik örneklerindendir. Bu dönemde Dante, Montaigne ve bir çok önemli düşünürler ağır cezalara çarptırıldılar.

Feridun Andaçın hazırladığı "Sürgün Edebiyatı Edebiyat Sürgünleri"* kitabı bu konuya ışık tutan bir çalışma. İlk baskısı 1996 yılında yapılan kitapta adı geçen edebiyatçıların hemen hepsi, düşüncelerinden ötürü, ceza alan sürgüne gönderilen isimler. Dünya edebiyatının bu seçkin isimlerinin yaşadıkları Dante ve Montaigneden farklı değil. Cuntalara karşı seslerini yükselten, sistemi eleştiren, egemen güçlerin tekerine çomak sokan düşünürlerin başlarına gelen akıbet hep aynı. Yalçın Kaya tarafından hazırlanan "Kitap Kıyımı"*** adlı kitapta ise düşüncelerinde dolayı baskılara maruz kalanların nerdeyse çetelesi tutulmuş.

Düşünce alanını daraltan ve düşüncenin önüne set çekilen toplumlarda, bilimsel gelişmeyle birlikte, ekonomik alanda da bir daralma olur. Orta Çağ tarihinde uzman olan Fransız tarihçi Jacques Le Goffun Orta Çağda günlük hayatı anlatan "Orta Çağda Batı Uygarlığı"** eseri bu anlamda mutlaka okunmalıdır. Açlık, sefalet, salgın hastalık, gibi bir sürü ucubenin Avrupa insanına musallat olduğu bu çağın, anatomisi çok önemli.

Yapılan araştırmalarda eğitim seviyesi arttıkça sigaraya olan ilginin azaldığı belirlendi. Okuma kültürüyle birlikte insan sağlığına zarar veren ürünlerden bir kaçış söz konusu. Neden, çünkü insan düşünen bir varlık, kendisine zarar veren bir ürünü niye tüketsin ki. Tıpkı genetiği değiştirilmiş ürünleri tüketmekten kaçınması gibi.

Haliyle insanın geleceği düşünsel anlamda üretime bağlı. Düşünsel üretimde geri kalan toplumların durumu ortada. Belirttiğim gibi düşünsel üretim olmayınca, buna bağlı olarak sağlık, eğitim, ekonomik alanlarda da bir geriye düşüş başlıyor.

İnsanı ilgilendiren her konunun özgürce ve akademik bir dille, kürsülerde, gazete ve dergilerde, radyo ve televizyonlarda tartışıldığı bir ülkede ekonomik göstergelerin aşağıya doğru olması düşünülemez. Bunun tek bir örneği bile yoktur. Refah toplumu olmanın ilk şartı da, düşünmek, düşünmeyi teşvik etmek ve bunun önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmaktır.

UNESCOnun verilerine bir bakın. Okuma oranın düşük olduğu ülkeleri bir kenara yazın ve o ülkelerin, ekonomik ve sosyal sorunlarına göz atın. Tarihin her döneminde düşünce üretiminin önünü açan, destekleyen toplumlar daima ileri bir medeniyet kurmuşlar ve insanlığa öncülük etmişlerdir. Refah toplumu olmanın ilk şartı da budur.

* Sürgün Edebiyatı Edebiyat Sürgünleri, Feridun Andaç, Bağlam yayınları,1996.

** Orta Çağda Batı Uygarlığı, Jacques Le Goff, Dokuz Eylül Yayınları.

*** Kitap Kıyımı / Çağlar Boyunca Kitap Kıyımı ve Buna Karşı Düşünce Özgürlüğü, Yalçın Kaya, Pentagram yayınları.