Ramazan ayı yaklaşırken hanımların mutfağında tatlı bir heyecan başladı. Ramazan ayı süresince vakti nasıl geçirebiliriz, iftara kimleri davet edebiliriz, dolaba hangi yiyecekleri koyabiliriz, mukabeleyi nerede okuyabiliriz diye düşünen hanımlar, hiçbir şeyi ihmal etmemeye özen gösteriyorlar. Genç nesil hazır yiyeceklere ağırlık verirken, annelerimiz eski usul, konserveleri, hoşaflık meyveleri, özenle yapılmış baklavaları ve atıştırmalık ürünleri şimdiden hazırlamaya çalışıyorlar. Onlar hâlâ yoğurdu, peyniri, salçayı, turşuyu reçelleri evlerinde itina ile yapıyorlar. Fakat bütün hazırlıkların sadece mutfakla sınırlı kalması düşündürücü…

Bizden önceki nesiller Ramazan’a hazırlığı sadece sofradan ibaret görmeyip manevi olarak da hazırlanırlardı. Mukabele okunacak mekânlar, yapılacak dualar, hayır hasenat çalışmaları ve ziyaret edilecek yoksullar Ramazan’dan önce belirlenirdi. Yıl boyunca titizlikle biriktirilen sadaka paraları Ramazan ayında yerlerine ulaştırılır, yoksul ziyaretleri çocuklarla birlikte yapılırdı. Oysa günümüzde Ramazan deyince ilk aklımıza gelen şaşalı sofralar oluyor. İnsanlarımız, eski deyimle kıtlıktan çıkmışçasına marketlere koşuyor ve abartılı alışverişler yapıyorlar.

Annelerimiz Ramazan öncesi mutfak hazırlıklarını yaparken, sevilen bir misafiri karşılarcasına heyecan duyarlar. Bu kültürümüzün bir parçası… Burada üzerinde durduğum husus ise Ramazanın manevi yönünün tamamen göz ardı edilip, israfa varan alışverişlere, şaşalı sofralara ağırlık verilmesi meselesidir. Oysa Ramazan ayı, yardımlaşma, empati, şefkat, sevgi ve manevi kazancın yoğun olduğu bir aydır. İnsanlarımız bu imkânlardan faydalanmak yerine sofraya odaklanıyor ve bu ayın maneviyatından istifade edemiyorlar.

“Oruç külü deşer, betonları kırar, eskiyen dünyayı tazeler, alışkanlıkları elastikileştirir, donmalarını önler içgüdüleri pırıl pırıl yapar, insanı melankoliye düşmekten yani eşyayla ilgiyi kesmekten korur, kâinatı yeniden yaşanmaya değer bir yer haline getirir, insanı yeni doğmuşçasına yaşamaya hevesli iştahlı bir yeni insan yapar” (Sezai Karakoç, Samanyolunda Zafer)