BATIL DİNLER

Batıl dinler, insanlar tarafından uydurulan dinlerdir. Bu dinler, muharref dinler gibi asliyeti sonradan bozulmuş dinler değildir. Bunlar bizzat insanlar tarafından uydurulmuş ideoloji ve dinlerdir. Mesela: “Brahmanizm, Totemizm, Animizm, Şintoizm vs.” gibi.

Türkiye’de dinde reformist bir kitlenin eskiden beri muharref din mensupları olan Yahudi ve Hristiyanları ehl-i necat görerek cennete gönderme girişimi görülmektedir. Ancak, dinler arası diyalogla birlikte sadece muharref din mensuplarını değil, batıl dinleri de ehl-i necat görme eğilimi baş göstermiştir.

Bir misyonerlik projesi olan dinler arası diyaloğun sadece Yahudi ve Hristiyanlıkla sınırlı kalmayıp Hind ve Çin dinlerini de kapsayacak şekilde geniş bir alana yayma girişimi, bu fitnenin nasıl tehlikeli boyutta olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Bilindiği gibi Hind iklimindeki batıl dinler “Hinduizm, Budizm, Caynizm ve Sihizm”; Çin iklimindeki batıl dinler “Taoizm ve Konfüçyanizm”dir. Japonya ve Kore bölgesinde ise Budizm ile birlikte “Şintoizm, Şamanizm ve Çendoist” vb. inanışlar da hâkimdir.

Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin (S.A.V.) buyurduğu gibi İslâm’dan başka gerek “Yahudilik ve Hristiyanlık” gibi muharref dinler, gerekse “Hinduizm, Budizm, Şintoizm, Taoizm, Caynizm, Sihizm, Şamanizm, Konfüçyanizm ve Çendoist” gibi batıl din ve inanışların Allah-u Teâlâ indinde kabul görülmediği, kurtuluşu sağlayamayacağı apaçıktır.

Buna rağmen, dinler arası diyalog fitnesinin Türkiye’deki yüzü Fethullah Gülen, sadece muharref dinleri değil batıl dinleri de kurtuluşa erecek zümrenin içine almakta ve şöyle demektedir: “Öyle inanıyor ve ümit ediyorum ki, yeni milenyum, Batı’da da korkulduğunun aksine, en azından önceki asırlardan daha mutlu, daha adil ve daha merhametli bir dünya vaat etmektedir. Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hristiyanlık ve Musevîlik arasında başlayan, hatta eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüslerinin olumlu neticeler verdiği müşâhede olunmaktadır” (Aydınların Kaleminden Fethullah Gülen, Diyaloğa Adanmış Hayat, İstanbul 2001, s. 236).

Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte Hint ve Çin dinlerinin de eklenmesi hususunda Bekir Karlığa’nın görüşleri Gülen’in benzeridir. Karlığa, “İslâm’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslâm. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslâm bilginleri Hristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kur’an tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. (...). Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir...” (Prof. Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet, 18.04.2004) demektedir.

Hayrettin Karaman da, Müslümanların, “Yahudi ve Hristiyanlar cennete gidecekse biz neden çırpınıp duruyoruz. Hatta onların dini daha kolaysa o zaman ona girelim” şeklinde konuşmalarına itiraz ederek: “Bence bu düşünce realiteye, eşyanın tabiatına uygun değil; hem Müslümanlar hem de diğer din salikleri bir anlayış ve yaklaşım ile yetinmeli, tatmin olmalıdır. Nedir o? Kur’an’da da dayanağı bulunan bu yaklaşım şudur: Önce Yahudi ve Hristiyanlardan başlayalım; yani Hindular, Budistler ve benzerleri de aslı vahyedilmiş bir kitaba sahip kabul edilirse onlar için de aynı şey söylenir… Müslümanlar, onların inanma haklarına ve kutsallarına hürmet etmek, onların kutsal bildiklerine hakaret etmemekle yükümlüdürler. Bu onlara yetmelidir” (Polemik Değil Diyalog, s. 33-34) demektedir.

Hüseyin Gülerce de benzer görüşleri dillendirenlerdendir. Zaman gazetesi yazarlarından Hüseyin Gülerce, yazdığı yazıda aynen şu ifadeleri kullanmıştır: “2000’li yıllar, sadece İbrahimi dinler arasında değil, diğer dinler arasında da, eski Hint ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüslerine şahitlik edecektir” (Hüseyin Gülerce, Zaman, 23.03.2000).

Türkiye’de dinlerarası diyalog fitnesi öyle bir hâl almıştır ki, sadece Yahudi ve Hristiyanlık gibi muharref din mensupları değil, Hint ve Çin dinleri gibi batıl din ve inanış sahiplerini de kurtuluş ehli görmek, İslâm diniyle aynileştirmek ve cennete girecekler zümresine dahil etmek gibi bir sapkınlığa dönüşmüştür.

Kur’an-ı Kerim’de İslâm geldikten sonra gerek Yahudi ve Hristiyanlar, gerekse batıl din mensupları Hz. Muhammed Aleyhisselam’a iman etmesi gerektiği, “Ey Resulüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen, Allah’ın Peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu O’nundur. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur, öldürür ve diriltir. Onun için hem Allah’a hem de bütün kelimelerine iman getiren o ümmî Peygambere, Resulü’ne iman edin ve o peygambere uyun ki, doğru yolu bulasınız” (A’raf Suresi, 157-158) ayetinde açıkça belirtilmektedir.