Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tam gaz sürerken, Ortadoğu ve elbette ki İslam alemi hallaç pamuğu gibi atılırken, neden hala olan bitenin adı konmuyor? “BOP tam gaz sürüyor” denmemesi, bu planın ardındaki emperyalizmi gerçek fail koltuğuna bir türlü oturtmamakta ve bu gidişle de olan bitenin adı bir türlü konmayacak gibi.

Birtakım medya kuruluşları (pek de tutarlı bir şekilde olmasa da) zımnen bu planın yürüdüğünü yazıyor ve söylüyorlar bazen. Elbette adını “BOP” olarak koymayarak ve onun yerine “üst akıl” vs diyerek… Hatta bazıları biraz daha cesaret gösteriyor ve zaman zaman ABD’nin bile ismini zikrediyorlar. Ancak bütün bu olanlar, iç kamuoyuna yönelik bir algıdan öteye geçiyor bir türlü. İçeride farklı, dışarıda farklı bir ton tutturuluyor haliyle.

Misal, “Üst akıl ABD”, “üst akıl Siyonizm” denmemesi, ABD ile, İsrail ile münasebetlerin “olumlu” (!) manada sürdürülmesine yol açıyor olmasın? Bunun böyle olması, “üst akıl” olmakla zımnen suçlananların hesaplarını zerre etkilemiyor halihazırda. BOP’un halen devam etmesi buna delalet değil mi?

Darbeci olarak nitelene AB’ye yaklaşım da benzer çelişik bir durumu barındırıyor gibi. Darbeye karşı sessiz kalmakla, çok geç tepki vermekle, darbecileri müdafaa etmekle suçlanan AB, iç kamuoyunda mahkum edilir gibi oluyor. Ancak bu durum, ne AB’ye tam üyelik müzakerelerine, ne de AB’yle ilişkilerin sorgulanmasına yol açıyor. Eleştirel söylemler havada  uçuyor görünse de, “vize muafiyeti”yle anında eriyecek gibi duruyor buzlar. “Geri kabul antlaşması” hala masada duruyor ne de olsa.

Elbette ki, tüm diplomatik ilişkiler, ülkelerarası münasebetler dondurulsun veya kesilsin denecek değil. Türkiye, AB ile de, ABD ile de, milli menfaatler çerçevesinde bir münasebet geliştirmek durumunda. Burada İsrail’i hariç tutmak lazım. Ortadoğu’nun bağrına saplanmış bir hançer olan İsrail, mevcudiyetiyle başlı başına bir istikrarsızlık unsurudur ve İslam dünyasına yönelik bir tehdittir. Dolayısıyla, İsrail’le münasebetler meselesi başlı başına bir sorun olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’nin, “AB ile de, ABD ile de münasebetleri olmalı” demek, milli menfaatler çerçevesinde her normal devlet gibi diğer devlet ve kurumlarla kurulan ilişkileri ifade eder. Ancak, meseleyi, misal ABD ile “stratejik ortaklık” gibi tam olarak tarifi yapılmamış bir noktaya taşımak, durumu netameli bir noktaya taşır ve taşımaktadır da. Türkiye’nin, ABD gibi emperyalist bir devletle “çıkarlarının ortak” olması nasıl mümkün olacaktır en başta?

Menfaatleri, Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin parçalanmasına dayanan bir emperyal güç, başlı başına bir tehdit değil midir Türkiye için? Bunun bir örneğini Irak’ta görmedik mi? Bunun canlı örneğini Suriye meselesinde yaşamakta değil miyiz? Dolayısıyla, ABD ile bir münasebet geliştirirken, haddinden fazla “yakınlaşmak” ne kadar doğrudur?

AB ile münasebetlerde de benzer çelişkiler yok mu? Türkiye’nin içişlerine müdahale etmekle ve çifte standartla suçladığımız (ki bu suçlamalar tamamen doğrudur) AB, nasıl oluyor da bir ideal olarak karşımızda duruyor halen? Hemen her meselede Türkiye aleyhtarı bir çizgiye hiç zorlanmadan kayabilen AB, hala mı uğruna Bakanlık kurulacak bir birliktir gözümüzde? Bölücü terör örgütüne aleni bir desteği her fırsatta belirten ve her türlü faaliyetlerine de göz yuman AB’den, adil ve hakkaniyet ölçütleri içinde bir tavır ummak beyhude değil midir? AB’yi, daha doğrusu Avrupa vakıasını yeniden değerlendirip kendimize yeni bir yol haritası çizmemiz ve yeni bir münasebet modeli tesis etmemiz gerekmiyor mu? Belki de en doğrusu “birbirine eşdeğer güçler esasına dayanan bir özel ortaklık”tır.

Üst akıl olmakla, darbeci olmakla suçlayıp da daha sonrasında “aynı paydada buluştuktan” sonra, maalesef haklı tezlerimizin ve iddialarımızın da bir kıymet-i harbiyesi kalmıyor. İşin kötüsü, bunu onlar da biliyor ve bizleri “ebedi müttefik” ve “daimi üye namzeti” görmekle yetiniyorlar.