James Pennebaker duygularını paylaşabileceği dostlardan yoksun olan bireylerin, günlük tutarak deşarj olabileceklerini açıklar ve bunun kişiyi hem ruhen hem de bedenen zinde tuttuğunu belirtir. Gerçi her insanın bir arka bahçesi, hiç kimseye anlatamayacağı sırları mutlaka vardır ancak kişi burada bir tadilat yaparak neleri paylaşıp neleri gizli tutacağını ayırt etmelidir. Fazlalıklar yüktür, atılmalıdır aksi durumda ağırlaşarak kalbi ve bedeni yorar. Eğer acınızı paylaşacak bir arkadaşa, bir dosta sahip değilseniz, kaleme ulaşın sonra arka bahçenizin kapısını açıp içeriyi şöyle bir havalandırın ve kalbinizi acıtan olayları, öfkenizi, söylemek isteyip de söyleyemediklerinizi, yıkılan hayallerinizi kâğıda aktarın ve bilinçaltınızı bu ağır yükten arındırın.

Bugün hayatın hızla aktığı kentlerde insanlar sırlarını açabilecek kişilere ulaşamadıkları için terapistlere koşuyor ve yüksek fiyatlar ödeyerek içlerini döküyorlar. Akraba, komşuluk ve arkadaşlık bağlarının güçlü olduğu dönemlerde bireyler bu gereksinimlerini spontane olarak karşılarlar ve ruhen daha dirençli olurlardı. Kentli insan ise yakınlık ihtiyaçlarını farklı nesnelerle doldurmaya çalışıyor fakat bu sadece ağrıyı dindiriyor, hastalığa deva olamıyor. Seküler kültür insanı akraba, arkadaş ve dostluk bağlarından kopardı ve insan ilişkilerinin merkezine rekabeti koydu. İnsanlar birbirlerini dost, arkadaş, sırdaş olarak değil öteki olarak görmeye başladılar ve ruhsal sorunlar çığ gibi büyüdü, terapistler, kişisel gelişimciler talepleri karşılayamaz hale geldiler. James Pannebaker bütün bunları dikkate alarak insanlara günlük tutmayı tavsiye ediyor ve bunun kişiye kendini iyi hissettireceğini savunuyor.

Hatırlarısınız eskiden gençlerin günlüğü olurdu ve insanlara anlatamadıkları sırlarını, günlüğe aktarır ve bunu özel bir yerde saklarlardı. Uzaktaki akraba ya da dostlara mektup yazar ve özlemlerinden, hayallerinden bahsederlerdi. Mektup yazmak, hatıraları yazmak, günlük tutmak adetti ve insanlar bu vesile ile deşarj olurlardı.

Susanna Tamaro’nun Yüreğinin Götürdüğü Yere Git adlı romanını okuduğumda 20 yaşındaydım ve insanın şartlar ne olursa olsun duygularını bir yere aktarma ihtiyacı içinde olduğunu idrak etmiştim. Hatırlarsınız roman, 80 yaşındaki ninenin büyüttüğü torunu evden ayrıldıktan sonra günlüğe aktardığı sırlarını, taleplerini, hüznünü, pişmanlığını, özlemlerini içeriyordu ve yaşlı kadın taşıyamaz hale geldiği yükünü günlüğü ile paylaşmıştı. İnsanlar kitaba, kaleme ulaşamadıkları dönemlerde duygularını ağaç kabuklarına, kayalara, kullandıkları eşyalara aktarmış ve acıların saklandığı yerden sanat fışkırmıştır…

Bugün insanlar paylaşım ihtiyaçlarını dijital araçla vasıtasıyla gidermeye çalışıyor ve hiç tanımadıkları kişilerle bağ kurup, ne kadar beğenildiklerini, ne kadar sevildiklerini ölçmeye çalışıyorlar ancak bu hiç işe yaramıyor. Yoksa dijital araçların baş döndürücü bir şekilde geliştiği bir dönemde insanlar, ruhsal sancılarından bahsedip çare aramazlardı.

Yalnızlaşmanın insanı ruhsal ve fiziki rahatsızlıklara karşı dirençsiz hale getireceğini savunan terapistler belli sınırlar dâhilinde yapılan paylaşımların kişinin üzerindeki ağırlığı alarak rahatlık sağlayacağını ifade ediyor, bu imkâna sahip olmayanların ise günlük tutarak kendilerini iyi hissedebileceklerini belirtiyorlar. Bunlar elbette bir arkadaşın, bir dostun yerini tutmayacaktır ancak kişinin kendisiyle tanışmasını sağlayacak ve rahatlık verecektir.