Bir belgeselde Afrika da yaşayan ve yüzlerce seneden beri

yaşantılarında en ufak bir gelişme ve medeniyet izi olmayan bir küçük kabile

konu edilmişti. Bu kabilenin bireyleri, yüzlerce ve hatta binlerce sene yaşayan

insanlardan farksız bir yaşantı sürüyor ve tamamen anlık yaşıyorlardı.

Üzerlerinde sadece edep yerlerini yarım yamalak kapatan(!) bir kumaş veya

yaprak bulunuyordu. Bir de taşıdıkları ilkel silahları.

Bu vatandaşlar, yaşadıkları yerin ılıman ikliminden olsa

gerek, barınmak için dahi herhangi bir yer yapma ihtiyacı hissetmemişler,

sadece yağmur yağınca sığınacakları dallardan vs geçici bir barınakla

yetiniyorlardı. Karınları acıkınca da hemen o an karar verip ava çıkıyorlar ve

avladıkları hayvanı herhangi bir temizleme işlemine dahi tabi tutmadan, sadece

alelusul bir pişirme neticesinde afiyetle(!) yiyorlardı. Tam bir barbarlık ve

ham bir ilkellik manzarasıydı bu, insan olmanın asgari noktalarından bile

yoksun olmanın insanoğlunu nasıl da bir paçavraya dönüştürdüğünü gösteriyordu.

Burada söz konusu edilen ilkel kabile örneğinden

türetilen insan olamama durumunun, sömürgeci Avrupalı kafanın dile getirdiği

insanla hayvan arasında bir tür oldukları için sömürüyoruz rezilliğiyle

ilişkisi yok. Söz konusu edilen durum, en şerefli mahluk olan insanın, sürekli

bir tekamül halinde olması, aklını kullanarak bir gelime göstermesi, bir

medeniyet oluşturabilmesi gibi hasletlerdir. İnsanoğlunun tarih boyunca

bıraktığı kıymetli eseler hep bir gelişme ve ilerlemenin eseridir. İnsan

olmanın böyle bir zaruret ortaya koyduğu meydandadır.

Bu durum, Müslüman için daha da ağır bir yüktür. Hiçbir

bilgi üretmeyen, sadece ve sadece başkalarının ürettiğini tüketir hale gelen ve

bunu da büyük bir marifetmiş gibi yapan insanların sayısının arttığı İslam

toplumları, maalesef gelişmeyi ve ilerlemeyi bırakın, istikrarlı bir gerileyiş

halindedir. Yüzyıllardır süren bu gerileme, modern zamanlarda sömürünün şekil

değiştirmesiyle daha da hız kazanmıştır. Evet, sömüren kabahatlidir, zulmün

müsebbibidir, ancak devamlı yerinde sayarak ve hatta gerileyerek buna zemin

hazırlayan bizler de en az yavuz hırsız kadar suçluyu maalesef.

Yoksa Batı nın sicilinin pir-ü pak olduğunu söylemenin ne

insafla ne de gerçeklerle bir ilgisi olmadığı açıktır. Gittiği her yerin

zenginliklerini gasp eden ve kendine mal eden bir medeniyet olarak Afrika dan

gemilerle taşınan Afrikalıların bile hesabını verememişlerdir hala. Ki

verebileceklerini düşünen de yoktur haliyle. Ancak, bu sömürü durumu bile,

Afrika daki gün yüzü görmemiş kabilenin insan olmanın erdemleriyle bağdaşmayan

ilkelliğini haklı göstermez. İnsandan bahsediyorsak, orada muhakkak bir

ilerleme ve gelişme de olmalıdır.

İslam alemi de, 12. ve 13. yüzyıllarda ulaştığı muazzam

noktayı hala bir nostalji olarak yad etme durumundadır. Aradan geçen 8-9 asırda

sürekli olarak cepten yiyen bizler, bilginin ve teknolojinin üreticisi

olamadığımızdan bir türlü güçlü de olamamaktayız. Matematikte, astronomide,

tıpta ve daha birçok sahada çığır açan, yol gösteren Müslüman bilim adamları ya

paraların üzerindeki resimleriyle ya da herhangi bir yere verilen isimleriyle

gündeme geliyor sadece.

Sürekli bir gerilemenin üzerine bir de yenilmişlik ve

mazlumluk psikolojisi eklenince, yenilgiyi kabullenmek de kaçınılmaz olacaktır.

Artık ağlamaktan, sızlanmaktan, mazlum ve mağdur olmaktan değil de, üretmekten,

gelişmek ve geliştirmekten, ilerlemekten, bilimsel ve teknolojik hamlelerden

konuşmak gerekir. Yoksa küresel komplo, Siyonist tezgah, Haçlı oyunları gibi

bahaneler, sömürülmek ve gerilemeye bahane olur sadece. Yerinde sayan için

arkadan gelen tarafından geçilmek kaçınılmaz olacaktır.