Coğrafyamızda süren savaşlar çok boyutlu. Bunu zaman
zaman yazılarımızda kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak
anlatıyoruz. Bu büyük savaş yüzyıllardır sürüyor. Müslümanlar üstünken savaşlar
Müslümanlara çok da zarar vermiyordu. Savaşlar har zaman için yıkım
hazırlarlar. Tarihte de böyle olmuştur. Ne kadar güçlü olursanız olun bir zaman
sonra gücünüzden bir şeyler yitmeye güç azalmaya ve yılgınlık olmaya başlar.
Savaşların bu denli uzun sürmesinin etkileri çok ağır
olacak. Gelecek on yıllarda bu çok daha fark edilecek. Osmanlı Devleti
yükselişinden sonra durgunluk ve çöküş süreci yaşadı. Büyük coğrafya darmadağın
oldu. Parçalara bölündü. Osmanlı sınırları içinden kaç ülke çıktı bilmiyorum.
Sanırım bu otuzun üzerindedir. Bununla yetinilmiyor daha küçük parçalara
bölünme faaliyetleri sürüyor. Bu, artık öyle bir noktadır ki, gelecekte
kabileler bile bağımsızlık isteyecek. Geçmişte yaşanan beylikler dönemine
geçilecek gibi görünüyor. Hemen yanı başımızdaki Suriye ye bakacak olursak,
savaş öyle ya da böyle bitince çok parçalı olacağı kesin. Artık zihnen
parçalara bölünülmüş durumdu. Akan bu kadar kandan sonra bu insanların bir
araya gelmesi oldukça zor görünüyor. O zaman gene despot yönetimler devreye
girecek. Geçmişten hiç de farklı olmayacak. Bu yıkımın getireceği sonuçlar
ileriye dönük çok büyük tehlikeler içeriyor. Bunu belli bir yerle tutamayız.
Benzer durum bizim için de geçerlidir.
Müslümanları bir araya getirecek ana gövdeden, koruyucu
şemsiyeden yoksun. İslâm bu büyük coğrafyayı tek ruh etrafında birleştiriyor
bir araya getiriyor ve bütünlüyordu.
İnsanın yıkımı elbette ki en tehlikeli olanı. Bunu salt
birbirini öldüren insanlar düzleminde düşünemeyiz. Her insanın vahşice ölümü
bütün âlemi titretir. Titretmeli. Yoksa insan olma edimini yitirmiş oluruz. Bu
savaş ve vahşeti salt kimyasallarla sınırlamak da doğru değil. Onun ötesinde
kalıcı olan yıkımlar göz ardı edilmemeli. Esir alınan insanlar İslâm
geleneğinde koruma altına alınır. Onlara herhangi bir işlemde bulunulmaz ve katledilemez.
Ne yazık ki savaş ile ilgisi olmayan siviller, yaşlılar, kadınlar, çocuklar
vahşi şekilde öldürülüyorlar. Öldürenler Müslüman ve İslâm adına savaşanlar.
Ölenler de Müslüman. Bu ölümlerin asla bir gerekçesi olamaz. Böyle olunca da
Müslümanların bu iç savaşı artık bir kan davasına dönüşüyor. Savaşa taraf
olanlar ve yönlendirenler büyük bir sorumluluk altında. Akan her insan kanının
bir hesabı var.
Bir diğer yıkım da kültürel olanı. Milli Gazete Suriye de
tahrip olan yıkılan tarihi camilerin fotoğraflarını yayımladı. Onlara bakınca
insanın içi yakıcı güneş altındaki kar gibi eriyor. İnsan kadar değerli olan bu
varlıkların yıkımı kültür ve düşünce hafızasının yitimi demek. Bu camilerin,
medreselerin, türbelerin yanından geçen, gölgesine sığınan ve oralarda
soluklanan insanların ruhu bir başkadır. Manevî beslenme insanı ayakta tutar.
Manevî boşluklar da büyük yıkımlara neden olur. Bu havzalarda yaşayan insanlar
ile modern yapılı bir bölgede yaşayan insanların ruhları arasında farklar var.
Modern apartmanların yoğun olduğu bölgeye Müslümanları
tıkıştırsanız o yapıların ruhlarından beslenir. Soğuk, katı, bencil, manevî
ruhtan yoksun insanlar olurlar. Bugünün Müslümanları modernizmin tuzağındadır
zaten. Kültürel birikimleri çekip çıkarırsanız orada yaşayan insanlardan
düşüncemiz adına bir şey beklenemez. Kaldı ki bugün bile, Müslümanların
dünyevileşmeleri, çıkarlarını öncelemeleri hayata bakışlarının bir göstergesi.
Böylesi insanlardan uygarlığımız adına bir şey beklenemez. Çünkü onlar için
önemli olan dünyalıklarıdır.
Kültür tarihinin yıkımı Müslümanlar için daha büyük bir
tahribattır. Hem insan yıkımı, hem kültür yıkımı. Onarılamayacak bir süreç.
Müslümanlar bu bilinç edinmedikçe sağlıklı düşünmeleri beklenemez. Bilinçsizlik
de bir başka yıkım. İnsanın yıkımı, kültürün yıkımı, bilinç yıkımı