Günlerdir şarkıcının eşinin paltosunu tutması

konuşulmakta.

Sosyal medyada iki kutup da farklı yazılar paylaşmakta.

Malum grup assolistin geldiği nokta diye şarkıcıyı

aşağılarken.

Muhafazakâr cephe, koro halinde kızların eşlerine palto

tutmalarının gerekliliği hususunda yazılar yazmaktalar.

Hiç aklıma gelmeyen bir konuda yazı yazacağımı tahayyül

bile edemezdim.

Şöyle bir düşündüm de, eşimin paltosunu asla tutmadığımı

anımsadım, kendim böyle bir eyleme girişsem bile o zarif insan asla müsaade etmez,

iki kızım ve iki gelinime de asla paltosunu tutturmaz. Fakat benim üzerime

aldığım şalı her seferinde itina ile elinde tutar ki, pabuçlarımı bağlarken

kayıp düşmesin diye.

Su ya da çay vermek isteyen çocuklarından kesinlikle

kabul etmez, kalkar kendisi alır.

Çalışma masalarımız yan yana bazen onun çayı bitmiş olur

kendime alacağım, senin bardağına da doldurayım derim asla izin vermez kalkar

kendisi alır. Hatta bu duruma alışamayan büyük gelinimizin bayağı gücüne

gitmişti, çayı bittiğinde koşar ama o kabul etmez, niçin benden çay istemiyor

diye uzun zaman üzülmüştü, yıllarca anlatmıştım, Kızım o benden de çay

istemez diye.

Bu konu üzerine yazı yazınca aklıma geldi, ben de en ağır

hastalığımda bile eşimin bitki çayları yapma tekliflerini reddederim, sırf ona

eziyet olmasın diye hiç sevmediğimi bildiririm.

Rahmetli annem de çocuklarına yük olmamak için son

günlerine kadar her işini kendisi yapmaya çabalayan soylu bir tavır takındı.

Şu da çok yanlış, hanım yemek sofrasında eşine bağırıyor:

Hayatım ayaktasın hadi çayımı dolduruver , o da

yakışıksız, kaba ve ilkel bir sömürü biçimi. En güzeli eşlerin, arkadaşların,

ebeveyn ya da çocukların birbirlerine yardım ya da fedakârlık veya nazik olmak

için yarışması.

Elbet yaşlıların paltosu tutulur, pabuçları şefkatle

çevrilir, giyemeyen yaşlı konuğumuzun ayağına eğilir, ev halkı olarak

giydiririz, misafirlere hizmet için koştururuz annemizden gördüğümüz terbiyeyi

kızlarımıza da geçirmeye çabalarız.

Fakat kızları iyi yetiştirin, eşlerine palto tutsunlar

yaygarasını anlayamıyorum.

Marifet, asıl erkek çocuklarını iyi yetiştirelim de onlar

hanımlarının paltolarını tutsunlar. Sokakta gördüğümde hicaptan kıpkırmızı

olmaktayım bebek kadının kucağında ya da poşetler paketler hanımda, arkadan

savrula devrile gelmekte önde tosuncuk delikanlı eş, eli kolu bomboş

böbürlenerek etrafına bakmakta böyle kaç tanesi ile kavga ettim:

Evladım o çocuğu sen taşısana ayıp değil mi kadına

yüklemişsin.

Ya da arabanın kapısını açıp salimen eşini yerleştirmeden

direksiyona geçenleri mi, piknik ateşini karısına yaktıranları mı, arabayı

hanıma yıkatanları mı, çıdamı hep eşinden bekleyenleri mi

Hep beylerine saygılı, tazimde kusur etmeyen, yerlere

kadar eğilen, eşine olan bağlılığı, bağımlılığa dönüştürmüş, hatta sevgisi ve

ilgisi ile eşini bunaltmış yarı köle bir Müslüman kadın portresi, zarif

dinimizde de yok. İnsanlığın önderi, o Dürr-i Yetim Peygamberimiz, evde

eşlerine yardım ederdi; evi süpürür, keçileri kendisi sağar, ayakkabılarını

tamir eder, sökükleri kendisi dikerdi. Dahası eşini deveye bindirirken,

dizlerine bastırıp bindirirdi. Bu kadar nazik bir rol modelimiz varken

kızlarımızı ille de hizmetçi, teşrifatçı yarı köle düzeneğine sokmak da neyin

nesi. Öyleyse adını verelim, töreden çıkan türevlerle ideal Müslüman kadın

portreleri çizmeyelim, doğruların tekfin memuru olmayalım.

Tanıdığım ideal bir aile vardı; bey, hanımına cam

sildirmez, çöpleri atar, bahçeyi süpürür, prenses gibi yaşatırdı fakat eşine

kıyamayan o hanımefendi, eşi işte yoruluyor diye camları o gelmeden siler, ıtır

kokulu bahçeyi temizlerdi, işte bu temiz, halis kimseler; almadan vererek,

fedakârlık ederek, karşısındaki ile daha zarif daha nazik olma yarışına

girerek, mutlu bir masalın kahramanları olarak anılmaktalar.