Cumhuriyet Halk Partisi, hafta sonu cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere parti içinde ön seçimi gerçekleştirmiş olacak. Parti içi çevrelerde neden olduğu tartışmalar dışında genel olarak muhalefet ve iktidar cephesinde de ön seçimin akıbeti merak ediliyor. Netice itibarıyla sonucu ne olursa olsun, ön seçim girişimi politik bir hamle ve elbette çıkan her sonuç bir başka gelişmenin sebebine dönüşecek.

Anketlerde CHP tabanının Mansur Yavaş’ın adaylığına daha yakın olduğuna yönelik sonuçlara karşın Yavaş ön seçime girmeyeceğini açıklayarak ön seçim hamlesini büyük ölçüde açığa düşürmüş oldu. Elbette bunun bazı gerekçeleri olduğu kamuoyunca yakından biliniyor. Hafta sonuna kadar bir değişiklik olmazsa Ekrem İmamoğlu’nun kendisiyle yarıştığı tek adaylı bir ön seçim yaşanacak. Ancak bu durum, bir ön seçimden ziyade malumun ilamına dönüşmüş olacak. Yine de ön seçime ne kadar üyenin katıldığı ve nasıl oy kullandığı hususları da izlenilmeyi hak edecek.

Bu noktada ön seçim ile ilgili fırsat ve tehditleri içeren bazı tespitlere değinmekte yarar bulunmaktadır.

Bunların bir kısmı; ön seçimin teknik yönünü barındıran temsil ile ilgilidir ki, bu konu büyük ölçüde problemlidir. Bunu birkaç farklı açıdan şöyle açıklayabiliriz: CHP’nin son seçimlerde aldığı 14 milyon dolayındaki oya karşılık üye sayısı yaklaşık 1,5 milyon mertebesindedir. Yani aldığı oyun yaklaşık yüzde 10’unu ancak partiye üye kaydedebilmiştir.

19 milyon civarında oy alan AK Parti’nin 11 milyonluk üyeye sahip olduğu düşünüldüğünde, CHP’nin niçin belli bir alana hapsolduğu konusu buradan anlaşılabilir. Ama bu konu ayrı bir içerikte olduğundan dikkat çekmek istediğimiz esas husus; CHP’nin ön seçimi 14 milyona değil 1,5 milyona sorarak yapacak olmasıdır.

Hâlbuki 1,5 milyonluk kitle 14 milyonu ne denli temsil ediyor sorusu cevaplanmaya muhtaç bir sorudur. Sokağa çıkıp üye çalışması yapamayan veya bilinçli olarak yapmayan bir örgütün mevcut üyelerinin toplumun tüm kesimlerini temsil etmek yerine yalnızca belli kliklerden oluşma ihtimali dikkate alınmak durumundadır. Elbette 14 milyon kişinin katılımıyla bir ön seçim yapmanın önünde ciddi engeller bulunmaktadır. Ancak günün sonunda 1,5 milyonluk üye temsili, yalnızca geleneksel tabanın ya da belirli kliklerin tutumlarını yansıtacaksa o halde ön seçim gerçekten ne kadar ihtiyaçtı sorusu akıllara gelecektir. Zira ön seçim, büyük bir motivasyon oluşturma potansiyeli kadar parti içinde kırgınlıklara, bölünmelere kapı aralama ihtimalini de bünyesinde barındırmaktadır.  

Diğer yandan netice itibarıyla CHP’nin adayı Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısındaki en güçlü aday olma potansiyeline sahip olacağından diğer muhalefet partilerinin de desteğini alacak bir adayın tespiti önem arz etmektedir. Fakat tek adaylı girilen ön seçim adeta dayatma havasında yürümektedir. Görüldüğü kadarıyla Ekrem İmamoğlu’nun şahsıyla ilgili yalnızca CHP içerisinde değil, muhalefet genelinde de bu yüzden çok ciddi düzeyde soru işaretleri bulunmaktadır.

Dahası İmamoğlu’nun makam ya da para gibi tekliflerle çıkar ilişkileri üzerinden bu endişeleri satın alabileceği yönünde bir havanın hatta inancın oluşmuş olması dahi esasında başlı başına bir temsil sorununa işaret etmektedir.

Dile getirilmesi gereken bir diğer husus, ön seçimin içeriğiyle ilgilidir. “İmamoğlu madem cumhurbaşkanı adaylığına talip oluyor, o halde seçmene neyi vaat ediyor?” sorusu büyük ölçüde cevapsız kalmaktadır. Mevcut iktidardan farklı olarak Türkiye’nin hangi sorunlarına hangi çözümler getirileceği yönündeki sorulara henüz “Her şey çok güzel olacak” gibi popülist ama zemini olmayan yanıtlar verildiği görülmektedir.  

Öte yandan ön seçimin ana muhalefet açısından belki de tek kazanımı gündem belirleme üstünlüğünü ele geçirme ihtimali olarak değerlendirilmektedir. Ama bunun için ön seçimin kapsayıcı, bütünleştirici bir muhtevaya büründürülme zorunluluğu bulunmaktadır. Uzun soluklu ama planlı bir kampanya sürecinde beklenenin üstünde neticeler alınılması mümkün hale gelebilecektir.

2027’nin ikinci yarısına doğru gerçekleşmesi muhtemel bir seçim için bugünden aday belirlenmesinin ne denli bir sonuç getireceğinin bırakın alt kadroları tepe yönetimlerde dahi tartışılmasına fırsat vermeden alelacele ön seçim kararı alınması, ister istemez bir gerçeğe dikkat çekmemizi zorunluluk haline getiriyor.

Şu sözü muhakkak biliyorsunuz: “Politikada hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa o şeyin önceden planlandığından emin olabilirsiniz.”

O halde sormak gerekmektedir: Bu ön seçim, kimin planıdır!