Başlığı “eşyanın tabiatı” şeklinde söylemek de mümkündür. “Eşya”, şey’in çoğuludur, ama Türkçede tekil ve çoğul anlamlara gelecek biçimde kullanılması söz konusu olabilmektedir. Arapça, bazen de Farsçadan gelen kelimelerin çoğul haline Türkçede tekil, tekil haline de çoğul anlam yüklemede sakınca görmüyoruz. Burada sadece dilbilgisi kurallarına uyulup uyulmamasından çok, kelimelerin, kavramların veya deyimlerin duygu ve düşünmenin farklı tarzlarda ifade edilip edilmemesi sorunu söz konusu olabilir. Özellikle sanat ve düşünce alanında dilin kullanımı kimi zaman kurallarına harfiyen uyma gereğini anlamsızlaştırabilir, kurala aykırı bile olsa öyle bir kullanım zorunluluk halini alabilir. Gerçekten bazı sanatçıların veya edebiyatçıların dilin kullanımında basit kurallara bile riayet etmedikleri, dilbilgisi yanlışları yaptıkları görülebilmektedir. Aslında dilbilgisi kuralları bakımından bunların yanlış oldukları hemen tespit edilebilse de, duygu ve düşüncenin yeni boyutlarını işaret etmeleri cihetiyle anlam bütünlüğünü sağlarlar ki, işte asıl dikkate alınması gereken de budur.

Öte yandan çoğulu olan “eşya” ile “şey” kelimelerinin kavram anlamları arasında farklılıklar bulunduğu bilinmektedir. Bu farkı açık bir şekilde Hukuk Bilimi alanında görürüz. Hukuk, içeriği ve bu içeriği belirleyen ilişkiler itibariyle Özel Hukuk ve Kamu Hukuk şeklinde, ta Romalı hukukçu Ulpianus’tan beri gelen bir ayrımı kabul etmiştir. Gerçi böyle bir ayrımın Hukuk Felsefesi bakımından tartışmaya açık bir konu olduğu, kesin yargılar vermenin yanıltıcı olduğu gibi hususlar üzerinde farklı değerlendirmeler ve yorumlar yapılmaktadır. İşte hukuk alanında “eşya”, ayrıca bir hukuk dalının da, Eşya Hukuku, adı olmasına rağmen, buradaki anlamı doğrudan “şey” kelimesinin çoğul anlamına tekabül etmez. Basit bir şekilde söylemek gerekirse, Hukuk Biliminde, özel olarak da Eşya Hukukunda “eşya” maddi malları ifade ederken, tekili olan “şey” kavramına farklı bir anlam yüklendiği görülür. Gelişen ve hukukun önemli bir alanı olan Fikri Mülkiyet Hukuku’nda “şey” soyut, yani gayri maddi olanı ifade etmektedir.

Genel olarak düşünce, özel olarak da felsefe alanında “nesnenin doğası” deyimini, Aristoteles’in Politika adlı eserinde, toplum, siyaset, yönetim, siyasi rejim türlerini göz önünde tutarak, XVII. yüzyılın düşünce ve bilim anlayışı düzleminde ilk olarak (Montesquieu Kanunların Ruhu: l’Esprit des lois, Türkçe çeviri: Fehmi Baldaş, 2 Cilt, Kuram Yayınları, İstanbul 1998) kullanır.

İşte, burada “nesne” kelimesi kavram anlamında soyut ve genel “şey”i, maddi ve gayri maddi varlığı ifade edecek niteliğe sahiptir. Sözgelimi insan, ruh vb gibi nesneler nasıl varlık olarak ifade edilebilirse, hukuk, sanat, devlet, toplum da bir anlamda nesne, “şey”, özel anlamda varlık olarak nitelenebilirler. O halde, mesela hukuku veya siyaseti ya da devleti ele alıp incelemek isteyen bir kimse, öncelikli olarak bunların doğasını göz önünde tutmak durumundadır. Aristoteles’in siyasi rejim açıklamalarını incelerken Montesquieu, sadece mantıki doğruluk düzleminde değil, doğaları gereği, yani her türlü gerçeklikleri içinde nesnelerin, varlıkların, hatta olguların uygun yöntemlere bağlı kalınarak ele alınıp incelenmesini önermişti. Bu basit gibi gözüken deyim, bilimde, düşüncede, sanatta, kısaca insan zihninin işleme biçiminde köklü değişime yol açacaktır.

Bugün bu türden basit ilke ve kavramlara ne ölçüde riayet edilmektedir, şeklinde bir soruyu ortaya koyduğumuzda, ne kadar bunun uzağında bulunduğumuzu gözlemlemek, doğrusu üzüntü vericidir. Mesela devlet, siyaset, özgürlük, insan, hak kavramlarını ele alıp açıklamak istediğimizde, bunların doğasına mı, yoksa zihnimizdeki mantıki sandığımız doğruluk ilklerine mi bakıyoruz?  Gerçekte ne bunların doğasına, ne de mantıki ilkeler temelinde doğruluklarına tam olarak bakıldığını söylemek mümkün gözükmüyor. Somut örnekler vermeye gerek olduğunu sanmıyorum, çünkü nerdeyse yaşanan her şey doğasına aykırı, mantığın önerdiği doğruluk ilkelerinin inkârını ispat etmeye çaba gösterir nitelikte cereyan etmektedir.