“Kurtlar sülük oldu, sıyrıldı posttan
Kaçan kurtuluyor, ahbaptan dosttan
Değişti bahçıvan, bozuldu bostan,
Hıyarlar acıdır, karpuzlar kelek
Beş sene dolmadan doğma ha bebek.
Vaziyet bambaşka vaziyet oldu
Yaşamak işkence, eziyet oldu
Dalkavukluk üstün meziyet oldu.
Sanatkârlar sansar, dâhiler şebek
Sözümü dinlersen hiç doğma bebek.”
(Abdurrahim Karakoç/Bebeğe İhtar)
“İşte biz, kazandıkları günahlar yüzünden zalimleri kötülük işlemede birbirine böylece dost ve yardımcı yaparız.” (En’âm / 129)
Pazartesi
“Sıkıntı kollarını göğsümde kavuşturmuş.
Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım,
zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor.
Çoktandır yabancı bir cismin kalbime sürtünmekte olduğunu biliyorum.
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.
Kederli olduğum da söylenemez zaten.
Buna sebep de yok çünkü.
Ne taze bir ölüye sahibim ne felâket geçirenlerim var.
Dedim ya oturuyorum öylece.
İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.”
(Cahit Zarifoğlu)
Basit, sade hayatlar yaşamak istiyoruz aslında. Hepimizin dilinde buna benzer cümleler dolanıyor ama gerçek bir istek mi yoksa sadece bu da diğer heveslerimiz gibi bir heves mi? Basit yaşama duyulan bir özlem mi yoksa bir kaçış arayışı mı? Elbette herkesin niyeti kendi içerisinde sahihlik barındırır ama aradığımız şey ile yaptığımız şeyler arasındaki mesafe de bize birtakım çıktılar sunuyor. Aksi istikamette daha hızlı bir yol tutuş var. Heveslerimiz, hırslarımız hiçbir engel tanımıyor. Sahip olduklarımızı her geçen gün genişletmek ve imkânları daha da çoğaltmanın peşinden sürüklenirken kendimizi bir nevi çeşitli tutsaklıkların, mahrumiyetlerin içerisine sokuyoruz. Özgürce bir adım atabilmenin insan gibi hissedebilmenin yoksunluğu ile kendimizi zayi ediyoruz. Hattı zatında sahip olduğumuz olanakları, kapasiteleri bile içerisinde debelendiğimiz çaresizlik içerisinde heba ettiğimiz gibi, üstüne kendimizi avutacağımız bahaneler geliştirmek hususunda da giderek gelişim gösteriyoruz. Bir nevi vicdanimiz, yüzümüz ve kalbimiz nasir tutuyor. Belki de en çok içimizdeki insandan vazgeçişimiz hasebiyle bütün bunlara duçar oluyoruz.
Belki bu karmaşıklık içerisinde bir kaçış noktası gibi ‘basit yaşama’ isteği. Elbette bu kadar karmakarışıklık içerisinde bunu isteyebilmek de bir mesele. Hele bir yandan insanın çürümesinin kokuları arşı kaplarken ve insanın en temel ihtiyaçları bile karşılanamazken nasıl bu yükle basit bir yaşamı bulabiliriz bu da ayrı bir soru olarak önümüze düşmüyor değil. Barınma, beslenme, sağlık, güvenlik gibi en sıradan ihtiyaçları bile kâmil manada karşılanamayan bir insanın beklentisi en fazla bunların sağlanması olur. Diğer taraftan hani bir köşeye çekilip, biraz toprağa dokunup ince zevkler geliştirsen geçecekmiş gibi gelen hissin aldatıcılığı ile bir topluluğa bağlanıp hiçbir sorumluluk alamadan paçayı kurtarmış olma zehabı ile aynı şey aslında; ikisi de büyük bir aldatmacadan başka bir şey değil. Belki de bu sadece ortak bir insanlık bahçesinde ikamet ediyor olmanın bahtiyarlığı zehabıdır. Kim bilebilir?
Aradığımız aslında ne? Şahsiyet olarak bu hayatı, onur ve izzetle yasamak öncelikli bir arzu mu yoksa olmasa da olur mu? Elbette her birimiz için en öncelikli şey gerçek manada kimliklerimizin ve kişiliklerimizin özgün bir şekilde sindire sindire adeta demlenerek serpilip gelişebileceği gösterişsiz, müdanasız bir hayat olmalıdır. Oysa bugün dünyada hiçbir insan bırakın bu kadar normal bir isteği, ‘Yaşama Hakkı’ndan bile yoksun bir şekilde bu dünyadan geçip gidiyor. Bu zamanın adını ‘zorbalık çağı’ olarak anabiliriz. Çünkü meşruiyetin kaynağı yapabiliyor olmaktan geçiyor. Birisinin bir şeyi yasa ile, kural ile değil de sadece yapabiliyor olmasından aldığı ve zorbalığını durduracak hiçbir şeyin bulunmaması ile kendine yeni kapılar açtığı bu çağda nasıl geleceğe güvenle ve huzurla bakabilir? Küçük ve zayıf görülenleri cezalandırmak için devreye sokulan kurallar, kurumlar sadece madunlara uygulandığında zulmün meşruiyeti hayattaki bütün basitlikleri ve masumiyeti alıp götürüyor.
Oysa hayatı basite indirgemek istiyoruz. Örneğin çoluk çocuğun eğitimi için dertlenmemek, iaşe derdine düşmemek, boynu dik babalar, gururlu anneler ve herkese yetecek kadar refahı paylaşmak gibi. Oysa geride boynu bükük hiçbir çocuğun kalmayacağı bir dünyadan fazlası olmamalı belki de bu dünyadan istediğimiz. Basit bir hayat mümkün mü?
Hoşça bakın zatınıza…