Müslümanlar açısından vahim bir süreç yaşanıyor. Genel anlamda böyle bir durum var. Artık ülküleri olmayan, hayatın sıradanlığında günü yaşayan bir milletten söz ediyoruz. Adıyla bir bütün olması gereken İslâm milletinden.

İslâm milletinin dağılmışlığı çok yönlü, çok parçalı. İnancı gereği aynı yöne bakması ve bunu hayatının ilkesine dönüştürmesi gerekirken ülküsüzlük, sıradanlık, çıkara dayalı yaşanmışlık iyice baskın. Bu hem halklar hem de yönetimler açısından geçerli. Halkların dağılmışlığını sadece mezheplere, ırki tutumlara bağlamak yeterli nedenler değil. İnsanlar yakın zamanda ideolojilerden sıyrılınca başka gerekçeler ağır basıyor.

Batı düşüncesinin yöneticilerinin büyük kesimi bir anlamda birbirlerine bağlıdırlar, birliktedirler. Kendi birliklerini her halükârda oluşturuyorlar. Gerçi emperyalizmin baskınlığı onların da çıkar anlamında kopuşları var. Geçmişten gelen mezhep veya inanış onların temel sorunlarından. Kiliselerin bölünmüşlüğü, Katolik ve Ortodoks dünyalarının belirleyiciliği elbette etkili. Başının Avrupa ve Abede’nin çektiği Katolik dünya ile Rusya’nın başını çektiği Ortodoks dünyalar bir gerçek. İdeolojiler özellikle de Ortodoks dünyasının başına belâ oldu. Komünizm ideolojisi belli kesimler tarafından dışlanmalarına, sonra da dağılmalarına neden oldu. Katolik ve Ortodoks dünyalarının çekişmeleri, bunların ideolojik ve çıkar bağlamında güç birlikleri öteden beri süregelmekte.

Bizim açımızdan asıl sorun Müslümanlar. Müslümanların tarihinde mezhep bölünmelerinin bir milletin dağılmış olmalarına neden değildi. Kimi dönemlerde baskın olan taraflar zaman zaman çatışmaları olsa da İslâm milletinin dağılmalarına neden değildi.

Müslümanların tarihte birçok dönüm kesitleri oldu. Asıl dağılış Batılıların kendilerine hazırladıkları sürecin oluşumudur. Batılılar Müslümanların iç dünyalarını kavramak için yıllarca bıkıp usanmadan, yorulmadan koşturdular. Görevlilerini Müslümanların topraklarına, ülkelerin iç dünyalarına gönderdiler. Onları tanımayı, bilmeyi amaç hâline getirdiler. Bunda da başarılı oldular. Hakları içeriden teslim aldılar.

Bir milleti değiştirmenin önkoşulu onların gençlerini, gelecekte yönetimlere gelebilecek insanlarını eğitmek. Onlarla onların iç dünyalarına girmek. Değişimlerin öncülüğüyle onlar adına katkı sunmalarını beklemek. Bu kendilerine uygun aydınların, gazetecilerin, yazarların kapılışlarıyla olabilirdi ancak. İngiliz emperyalizminin baskın olduğu zaman Avustralya’daki Boerler yok edilirlerken bizdeki Batıcı Tanzimat aydınları İngilizlerin yanında yer aldılar. Mazlumların değil de emperyal güçlerin yanında. Ruhlarına işlemiş olan bakış ciddî bir sorun oldu. Onun etkileri geçmişte belli bir kesim üzende belirgin iken artık bugün için bu durum geneli kapsıyor.

Bu çarpık bakış, dönemsel olarak değişkenlikler gösterebiliyor. Bölünmüşlükler, ideolojik çatışmalar bu dağılış, etkilenişi güçlendirdi. Öyle oldu ki, birbirlerine karşı oldukları zamanlarda bile aynı bakışın ortak yönleri oluşmaya başladı. Günümüz emperyal güçlerine yerine göre, kendilerine göre, değişik kesimlerin uyum gösterdiği görülüyor. Aslında birbirlerine karşı olan acımasız tutumlar kimi zaman ortak bir bakışa neden olabiliyor.

Müslümanlar ideolojik keskinliklerini yitirince farklı alanlarda zıtlaşıyorlar. Batıcı ruhun etkisi o kadar sinmiş ki, nerede nasıl bir tutum içinde olacakları ilk anda kestirilemiyor. En belirgin ortak yanları modern yaşama biçiminin, tutkusunun, hırsının, tüketmenin ortak oluşu.

Ezilmiş halkların haklarını savunacak olan görünürdeki güçler etkisini yitirince ideolojilerinin güç yitirmesiyle boşluğa düşülmüş oldu. Sosyalizmin öncü devleti olan Fransa’nın diğer ülkelerden ne gibi farkı var? AB ülkelerinin ortak paydaları ideolojileri ortadan kaldırdı. Artık onlar bir bütündürler. Eskiden de onların çekişmeleri ideolojik olmaktan çok çıkar ve sömürü, dünyayı paylaşım sorunuydu. Dünyayı da aralarında paylaşmışlardı. Şimdi güçleri oranında aynısı devam ediyor.