Yıl 1982… Erbakan Hoca siyasi yasaklı ve gözetim altındadır. Kalabalık kitlelere hitap etmesi de yasaktır. En fazla konuşabileceği insan sayısı sekizle sınırlandırılmıştır. Oysa onun için sekiz kişiye konuşmakla 800.000 kişiye konuşmak arasında bir fark yoktu. Hâl böyleyken Antalya'ya bir tatil vesilesiyle gelir. Arabadan daha eşyalar inmeden kendisini otelin önünde karşılayan, geçtiğimiz yıllarda rahmeti rahmana uğurladığımız Antalya’mızın ağabeyi, merhum İbrahim Aktaş’a yedi kişi bulmasını söyler ve "o yedi kişiye davamızı anlatarak sağ salim varmamızın şükrünü eda edelim" der. İmkânı nispetinde yedi kişiye bile davasını anlatma derdinde olan bir lider... Üstelik ailesi ile dinlenmek için geldiği bir tatil zaman diliminde. Çokluk ve tatil hastalığına yakalanan bizler için ne güzel bir hatırat.
Yıl 1987… Merhum hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Kütahya'da mitingi vardır. Bu olayın bil fiil şahidi olan yazarımız o zamanlarda öğrencidir. Kendi ifadesiyle "sol-Kemalist" arkadaşlar bularak Erbakan Hoca’yı dinlemeye giderler. Miting biter ve hocanın âdeti olduğu üzere yemin faslına geçilir. Alandaki herkes sağ elinin başparmağını gökyüzüne kaldırır ve beklemeye başlar. Fakat Erbakan Hoca bir türlü yemine başlamaz! Yaklaşık bir dakika geçer, meydanda muazzam bir sessizlik oluşur. Yemine başlamak için bekleyiş devam etmektedir. Devamını yazarımızın kendisinden okuyalım: " Birden mikrofondan Hoca’nın sesi gürledi; “Hey oradakiler, siz İsrail’den yana mısınız?!” Bir anda meydan buz kesti ve bütün başlar bizden yana çevrildi! Evet, Erbakan Hoca bize, yani bana ve yanımdaki 3-4 arkadaşıma sesleniyordu! Saniye düşünmeden kollarımızı kaldırdık ve başparmağımızı gökyüzüne açtık. “Hah şöyle” dedi memnuniyetini ifade etmek için ve sonra hep birlikte yemin ettik. Evet, elbette ben de ettim.
Yıl 1990…
Erbakan Hoca’mız yirmi iki gün sürecek olan Körfez Krizinin çözümü için yoğun bir tempo ile canhıraş koşturmaktadır. Bağdat, Mekke ve Trablus konferansları, konferansların ardından Türkiye’de Kütahya mitingi, akabinde Körfez Barış Harekâtı çalışmalarını yeniden sürdürmek için yoğun koşuşturmaca… Yoğunluğunu aktarırken, ‘‘O kadar çok ülke, şehir dolaşıp o kadar çok değişik yerde konakladık ki bazen gece uyandığımda hangi şehirde olduğumu, hangi otelde yattığımı hatırlamak için bir müddet düşünmek zorunda kalıyordum. Bütün bu temaslar esnasında Arapça konuşmalarda yoğun bir şekilde duyduğum -Ezmetü’l Haliç (Körfez Krizi) sözü Türkiye’ye döndükten sonra da günlerce kulaklarımda çınlamaya devam etti’’ demekten kendini alıkoyamaz. İnandığımız değerlerin hâkim olma noktasında en son ne zaman böyle bir çabamız oldu? Ne zaman bu tempo ile koşturduk?
Yıl 2025... Bu suallerin cevapları arasında bocaladığımız zor zamanlar... Sıkı adamların, öncü şahsiyetlerin en zor zamanlarda yetişeceğini unutmaksızın bu suallerin cevabının saklı olduğu ‘‘o’’ kelimeyi de bu vesile ile hatırlatmış olalım. Bunca anekdotu bizlere hatırlatan o kelime. Sahi bu kelimeyi hiç duydunuz mu? Erbakan Hoca’nın hep işaret ettiği ‘‘heyecan’’ kelimesinin de bir derece ötesi. Gönlün âşık olma, heyecandan da öte coşkun olma hâli. Yüreğimizden kopan fırtınaların, Erbakan Hoca’nın dudaklarını titreten o kelimenin ete kemiğe bürünmüş hâli: heyemân... Bu kelimeyi hafızama aldığım gün Erbakan Hoca’mızın dudakları titreyerek anlattığı Afrika’da en basit ilacı bulamadığı için ölen, hasta annesine ekmek götürebilmek için buzun üzerinde koşan çocuklar düştü aklıma. Her konuşmasında sanki ilk defa anlatıyormuşçasına hislendiği o anlar. Artık elimizi yalnızca taşın altına değil, gövdemizi de taşın altına koyma vaktinin geldiği, gelip de vaktin geçtiği malumun ilanı. Yalnızca heyecan değil heyeman, çelikleşme değil çelikleşmenin de bir sonraki kademesi olan bileylenme vaktinin gelip çattığını bir mesuliyet bilinci ile ifade etmiş olalım. Artık yalnızca heyecan değil, heyeman da istiyoruz. Artık sadece çelikleşerek değil bileylenerek gelelim istiyoruz. Bunu kendimiz için yahut herhangi x bir tabela için değil, kardeşlerimiz için istiyoruz. Muhafazakârı, Müslüman’ı, top sakallısı-gür sakallısı, çarşaflısı-mini eteklisi, ateisti -deisti, ülkücüsü-sosyal demokratı, kapitalisti- sosyalisti, kendini hangi izmden, hangi şekilden görürse görsün, bütün kardeşlerimizi, manevi kılıcını kaldırmaya ve hocamızın bizden hep istediği o heyeman libasını giymeye davet ediyoruz. Kendini Milli Görüşçü addeden herkesi; eskisi-yenisi, mücahidi-müteahhidi, çaycısı-milletvekili herkesi meydanlarda verdiğimiz, ama hiç tutamadığımız milli görüş yeminlerini, ahdimizi yeniden heyeman, heyeman, heyeman diyerek tazelemeye davet ediyoruz: ‘‘Bizler karada gemiler yapmaya devam edeceğiz, lakin inanacağız ki Allah denizi ayağımıza getirecektir!’’