“Bir İslam Haritası” demişti üstat Sezai Karakoç. Bu başlığı taşıyan o muazzam yazısında bir devletten bahsetmişti: Sınırlarında tel örgünün olmadığı, Cebelitarık’tan Cava Adası’nın sonuna kadar uzanan tek bir devlet… Üstadın “Dirilişin Çerçevesi” kitabında yer alan bu yazının her bir cümlesini Mescid-i Nebevî’nin avlusunda tekrar tekrar nakşediyorum zihnime. Bir ibadet, bir zaruret niyetine. Bu avluyu kim bilir şimdiye kadar kaç sahabe adımladı? Ashâb-ı Suffa talebeleri ilim meclislerinde hangi meseleleri müzakere etti? Kaç sahabe, Efendimizin (S.A.V.) ağzından çıkan bir emirle vazifesi için terk-i diyar eyledi bu topraklardan? Kuba Mescidi inşa edilirken Resul’ün (S.A.V.) mübarek elinin değdiği taşlar bize ne söyler? Ya Efendimizin (S.A.V.) hendekte karnına bağladığı taş?

Hz. Ömer Mescidi’nde dünyaya dağıtılan adalete ne kadar özlem duyuyoruz? Dudaklarımız susuzluktan çatlamışken, toprak yağmura bu denli açken Gamâme Mescidi’nde Efendimizi (S.A.V.) gölgeleyen bulut, yağmur duasına şemsiye götüren adamın inancını taşımadığımızdan mı bize küsmüştür? Uhud’un okçularından rol çalmaya devam mı ediyoruz? Efendimizin (S.A.V.) hatırasını taşıyan mekânları ziyaret ettikçe sorular zihnimi hırpalamaya devam ediyor. Sorular menfi gibi görünse de cevapları müspet…

Kılınan her vakit namazın ardından en yakın kapıya yönelen kalabalığa bakıp aynı söyleme, aynı fikre, aynı eyleme akıp gittiğini düşlüyorum: Aynı aşkla, aynı idealle çarpan şuurlu kalpler… “İnanmış, öteye inanmış, ahlâklı, sıhhatli, çalışkan bir halk: İslam Milleti.” Zihnimden bu cümleler geçerken, ihtiyar bir amca şeker uzatıyor çocuklara. Buralarda herkes çocukları mutlu etmenin derdinde. “Nerelisin?” diye soruyorum; “Mağrib” diyor… Maaile hepimizde mütebessim bir çehre.

Taha Kılınç ağabeye bir kez daha teşekkür ediyoruz. Çünkü biz evlatlarımıza onun çocuklar için hazırladığı “İslam Şehirleri Atlası” kitabından istifade ederek şehirlerimizi dua niyetine öğretmeye gayret ediyoruz. “İslam Şehirleri Atlası”nda kırk İslam şehri batıdan başlayarak anlatılıyor. İlk okuduklarımızdandı Fes şehri; Arapların deyişiyle Mağrib… Bu vesileyle kitabı da tavsiye etmiş olalım.

Bâbü’s-Selâm Kapısı’ndan geçerek Efendimizi (S.A.V.) ziyaret ediyoruz. Kırgız bir amca, Efendimizin huzurunda gözyaşlarını tutamıyor… Gözlerinde parıltı gördüğümüz herkese selam veriyor, tanışmak için bahane arıyoruz. Yemenli bir pîr-i fânî ile kucaklaşıyoruz. Gündemimiz: Gazze. “Biz sizin gibi olamadık, bizi vebalden kurtardınız” diyerek Yemenli mücahitlere onun şahsında teşekkür ediyoruz.

“Mekke, Medine, İstanbul, Konya, Diyarbekir, Bağdat, Şam, Halep, Basra, Kahire, Tahran, Semerkant, Tunus, Fas, Cezayir, Nijerya ve Pakistan üniversitelerinden yükselen aynı ideal, aynı ilim ışığı…” Üstadın zikrettiği her ülkeden insanlar arıyor gözlerim… Derken Mescid-i Nebevî’nin kütüphanesine giriyorum. Gece üç civarı. Kitapların başında nöbet bekleyen gençler… Her biri farklı coğrafyadan, farklı ırktan, farklı memleketten. Kimisi tez yazmakta, kimisi makale. Kütüphanenin içinde kendimizle aramıza koyduğumuz mesafeyi kapatıyoruz.

Medine-Amberiye mevkiinde, Osmanlı Devleti’nin en sancılı günlerinde Sirkeci’den başlayan, Suriye-Medine hattında devam eden, cennet mekân Abdülhamit Han’ın heyecanına tanık oluyoruz. Medine Tren İstasyonu ve hemen yanı başında Hamidiye Camii yüreğimize inşirah veriyor.

Medine yürüyüşümüz devam ediyor; Üstadın yazısı da:

“Ve gönlü bu idealle aydınlanmış ve alnına bu ışık vurmuş gençlerden, İslam dünyasının en ücra köşelerine kadar yayılmış idareciler kadrosu ve teknisyenler ordusu.”

AGD umre kafilemizde yer alan, üstadın dua niyetine zikrettiği Millî Gençlik’in alnı öpülesi o gençleri ile Mekke yoluna revan oluyoruz. Beyazlara büründükten sonra hafifliyoruz. Medine’nin insanlığa inşirah veren havasını, Yeşil Kubbe’nin zarafet ve asaletiyle birlikte heybemize alarak:

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek” diyerek gidiyoruz. Yol üzerinde Bedir Şehitliği, Melekler Tepesi ve Revhâ Kuyusu’nu da ziyaret güzergâhımıza ekliyoruz. Medine’yi son ana kadar savunduktan sonra ayrılmak zorunda kalan Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın hüznünü, Medine sevdalısı merhum Ali Ulvi Kurucu’nun heyecanını kendimize yoldaş edinerek gidiyoruz. Belki bir daha geliriz ümidi ile ecdat yadigârı vagonun üzerindeki o yazı ile: ‘‘Es- selâmu aleyke Ya Rasülullah… ’’