İnsan denilen varlığın tek başına hayatını sürdüremeyeceği, ihtiyaçlarını karşılayamayacağı, hem tecrübeyle, hem mantıken ve hem de kuramsal bakımdan tartışılamayacak derecede açık bir olgudur. Kuramsal bakımdan Platon’dan İbn Haldun’a, oradan Yeniçağda Toplum Sözleşmecilerine kadar birçok yazar, düşünür, bu olguyu temel bir önerme kabilinden hareket noktası olarak benimseyip görüşlerini ortaya koymuşlardır. Sadece birtakım şart ve unsurlar bakımından farklı betimlemelere yönelmişlerdir. Sözgelimi Toplum Sözleşmecileri (Hobbes, Rousseau, Locke, günümüzde Amerikalı Hukuk Felsefecisi R.Dworkin, Siyaset Felsefeci J.Rawls vb.) arasında, insanın toplum halinde yaşamaya başlamadan önce bir “doğal durum” evresinde bulunduğu varsayımının betimlemesi farklılık gösterir. Ancak toplum içinde yaşama zorunluluğu ortak payda olarak yer alır.
***
Topluluk ya da toplum halinde insanın yaşamaya başlaması demek, aynı zamanda bir örgütlenme, bir organizasyon gereği anlamına gelir, daha doğrusu mantıken zorunlu bir çıkarımı ifade eder. Toprağı sürüp tohumu atmak, yetişen ve olgunlaşan başaktan çıkan buğday veya mısır tanelerini değirmende öğütüp fırında ekmek haline getirmek için ortaya konulan bütün çabalar bir örgütlenmeyi gerektirir. Keza topluluk içinde yapılan şölenler, ölen birisinin gömülme işlemleri vb. de bir yönüyle örgütlenme kapsamında yer alırlar. Yönetici ve yönetilen statüsü şeklinde yapılan ayrımın temelinde siyaset olarak tanımlanan ve devlet olarak yapılan tanımlama olgusunun da, sonuçta bir örgütleme olduğu açık bir gerçektir.
***
Toplumların tarih içinde kuruluş, gelişim ve farklılaşmalarını, temel birtakım faaliyetlerine göre tasnif etmekteyiz. Tarım toplumu, sanayi toplumu gibi… İşte sanayi, özellikle modern sanayi toplumlarında örgütlerin ve örgütlenmelerin özel birtakım nitelikler kazandığını başta sosyologlar olmak üzere çeşitli bilim dalları konu edinmişlerdir. Açık bir tanıma kavuşturulmuş olmasa da modern sanayi toplumunun tanımında iki kavramın belirleyici olduğu konusunda genel bir kabul söz konusudur. Bu iki kavram, bürokrasi ve teknokrasidir. M.Weber, bürokrasi kavramını, kendi örgüt ve devlet kuramının merkezi kavramı olarak ele almıştır. Yine MichelCrozier, bürokrasiyi “çağdaş toplum bilimlerinin anahtar kavramlarından biri olarak” (Maurice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, çev. Şirin Tekeli, İstanbul 1975, s. 289) görmüştür.
***
Crozier’ye göre bürokrasi kelimesi üç anlamda kullanılmıştır: a. “Dairelerle” hükümet etmeyi, yani son derece güçlü bir merkezi otoriteye bağlı, atanmış ve kademelenmiş memurlardan oluşan devlet örgütleriyle yönetimi ifade eder. b. Ancak bu mekanizma, modern sanayi toplumlarında sadece siyasi ve idari alanlarla sınırlı kalmadığından, bürokrasi zamanla bütün örgütlere uygulanabilen, görev ve yöntemlerin normalleştirilmesi, otoritenin kişilerle özdeşleştirilmekten çıkması ve kademeleşme gibi özelliklere sahip olan, belirli yapı tipi anlamına gelmeye başlar. c. Son olarak bürokrasi gündelik, özellikle politik güncel söylemde kötüleyici bir anlam kazanır. Bu anlamda bürokrasi, işlerin ağırdan alınması, hep aynı şeylerin yapılması, insanlara zorluk çıkarılması, ihtiyaçların giderilmemesi, sorunlara duyarlık gösterilmemesi gibi nitelendirmeleri anlatmak üzere kullanılmaktadır.(a.g.e. s. 290)
***
Aslında bürokrasinin bu üçüncü kullanımının, ilk iki anlama eklenen kötüleyici bir tanımlama olduğu söylenebilir. Gerçekte bürokrasi böyle tanımlanabilir mi? Böyle bir tanım toplum ve devlet örgütlenmesini kavramada nasıl bir yanlışlığa yönlendirir?
***
Kavrama yakından bakmak, sanırım, aydınlatıcı olacaktır.