Tarihin ve hayatın sorumluluğunu şu gün ve zamanda yükümlenmiş olan bizler hayatın neresinde duruyoruz Neresinde duruyoruz da bize ne gibi bir sorumluluk düşüyor Hayatın kolaylığına ve çileli olmayanına razı olduğumuzdan beri kayıtsızlığımız bizi nerelere sürüklüyor.

Bugün yeni bir yol seferindeyiz. Yolumuz daha zorlu dönemeçlerle dolu. Dört bir yandan kuşatılmış olan bizler ne yanımızdan bir çıkış yapabileceğimizi bile bilmiyoruz. Bunun en somut örneği Kudüs. Kudüs dünya Müslümanlarına emanet. Bu emaneti sahiplik sorumluluk ister. Sözü, sözün, hayatın ve anlamlı olanın sahibinden aktaralım sonra da biz konuşalım: Buhari ve Müslim’den rivayet edildiğine göre Gıffarlı Ebu Zer (R.A.) bu haberi şöyle aktarır: “Ey Allah’ın Resulü; yeryüzünde ilk inşa edilen mescit hangisidir diye sordum. Allah Elçisi; `Mescid-i Haram’. Peki, sonra hangisi diye sordum. Bana; `Mescid-i Aksa’ buyurdu. Ben de aralarında kaç sene vardı, diye sordum. Bunun üzerine, `Kırk sene’ karşılığını verdi. (Buhari, Enbiya 12; Müslim, Mesacid 1.)

İnsanlık tarihine ilk ve ikinci anıtlar mescitlerimiz. Kâbe’den sonra Müslümanların yöneldikleri asıl ruh merkezleri. Aslında insanlığındır da insanlığın sapkınlıkları, yol değiştirmeleri farklı yol ve inançlara götürüyor. Allah’ın insana sunduğu bu merkezlerden ilkinin yeri, konumu ve anlamı yeterince biliniyor Müslümanlar tarafından. Ne ki bu ikinci ruh merkezi ile ilgili olan kayıtsızlık bugünü tanımlıyor. Kudüs’ün sahipsizliği ve mahzunluğu bir avuç Filistinliye kalmış. Sanki sadece ve yalnızca onlar bu emanetin muhatabı. Fakat Allah Elçisi’nin Müslümanlara hassaten bir öğüdü var. Bu, bir vasiyet özelliğinde: “Oraya (Mescid-i Aksa) gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve namaz kılamaz iseniz kandillerinde yakılmak üzere oraya yağ (zeytinyağı) gönderiniz. (Ebu Davud, Kitabu’s-Salât). Müslümanların birbirine düşürüldüğü şu zamanda hiç kimse Kudüs nedir, nerededir, ne işlevi var, başına neler geliyor kimse farkında ya da bilincinde değil. Hâl böyle olunca durumun vahameti ve ağırlığı daha çok beliriyor.

Uygarlığımızın ve kültürümüzün merkezleri birer birer düşüyor. Oysa bizim için biri diğerinden farklı değil. Mekke, Medine, Kudüs, Bağdat, Şam, İstanbul, Halep, Mardin, Urfa hepsi birbirinin tamamlayıcısı. Biri diğerinden ayrı düşünülemez. Bağdat düştü, elimizde değil, Şam, Halep ateşler içinde. Yangın Türkiye sınırlarında. Bu nereye kadar gider biliniyor ama bunu dile almaktan, şeytanın sözcüsü olmaktan korkuyoruz. Bir zamanlar olmaz gibi görünenlerin veya düşünülemeyenlerin bugün neler olduğu ve yaşattığı ortada. Hâl böyle olunca ister istemez dikkatlerimizi yeniden Kudüs’e çevirmek durumdayız. Dağınıklığımız sonumuzun gelmesine neden. Kayıtsızlığımız ve ilgisizliğimiz ne kadar uzak durmaya çalışırsak çalışalım bizi de içine alacak. Bunun burada kalmayacağı ortada. Kendi konumumuz ve sorumluluğumuzu biz belirlemiyoruz. Bize biçilen rollere razıyız. Bunlar da bizim sonumuzu getiriyor. Bugün bir kavim kurtuluşunu onlarla gerçekleştireceğini biliyor oysa bu sonunun bir başlangıcı. Kendi ateşine koşarak gidiyor.

Müslümanların dağınıklığı, parçalanmışlığı, birbiriyle savaşı ırkçı emperyalizmin işine geliyor. Kudüs’ü ortadan kaldırmak isteyenlerin amacına uygun. Onlar Müslümanların bu hâlinden ötürü sevinç içindedirler. Ateşleri körüklüyorlar. Suriye olayında muhalefete silâh desteğinde bulunan İsrail Müslümanların birbirini öldürmelerine yardımcı oluyor. Müslümanlar ise hangi cihat duygusuyla bilinmez kendi insanını, kültür ve düşünce tarihini imha ediyor. Siyonist İsrail’in amacına hizmet ediyor. Kenarda duruyor ağıt yakıyor ya da onu bile yapmıyor, yapamıyor. Çünkü bilinç diye bir şey kalmamış.

Mescid-i Aksa’ya yağ olalım, ışık olalım, yol olalım. Olalım ki kendimiz olalım. Varlığımızın farkında olalım. Bilinç ve duygu sahibi olalım. Bu özelde Müslümanların genelde de insanlığın kurtuluşu olacak.