Her şeyin bol olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bilginin, eşyanın, yiyeceklerin, ihtiyaçların ya da ihtiyaç olmayanların bol bol bulunduğu… Seçeneklerin çok olduğu bir durumda elbette bir tercih, bir karar vermemiz gerekir. Peki, kararlarımızı neye göre veriyoruz? Örneğin bir yiyeceği sırf biz istediğimiz için mi yoksa kültürel olarak içinde bulunduğumuz toplum tükettiği için mi yiyoruz? Ya da gıda sektörünün iyi bir pazarlaması ile mi karşı karşıyayız? Belki de tükettiğimiz yiyecek hayatta kalabilmek için tek seçeneğimizdir. Basit bir konu gibi gözükse de bir yiyeceği yemek ya da yememek konusu da dâhil hayatımızda karar vermemiz gereken çok ciddi şeyler vardır ve bazen basit bir karar gibi gözüken şeyler hayatımızda çok ciddi şeylere sebep olabilir. Bir karar ben istedim oldu diyebileceğimizden çok fazlasıdır, çünkü karar vermek bir süreç gerektirir.

Aslında çok kompleks bir soru ile karşı karşıyayız. Çünkü karar vermek doğrudan beynimizle ilişkilidir ve bildiğiniz gibi beyin yıllardan beri üzerinde çalışıldığı halde birçok bilinmezi olan bir varlıktır. Beyni bilimin aydınlatabildiği kadar şöyle izah edebiliriz; içinde yaşadığımız toplum, kültürel değerlerimiz, ailemiz, tercihlerimiz her biri beynimizde farklı yerleri uyarıyor, gelişmesini ve öğrenmesini sağlıyor. Ve sanıldığı gibi belirli bir yaşa geldiğimizde öğrenme durmuyor. Doğduğumuz günden itibaren her an, her eylem ve kararımızla, çevremizde olup bitenlerle gelişmeye ve öğrenmeye devam ediyoruz. Uzmanlar beynin dinamik bir yapı olduğunu söylüyorlar. Bu da demek oluyor ki beynimiz aldığımız kararlar, yaptığımız işler doğrultusunda yani beyne yollanan sinyaller aracılığıyla değişiyor, ileride alacağımız kararları etkiler hale geliyor. Başka bir deyişle bugün aldığımız küçük bir karar yarın büyüyüp, önümüze çok önemli bir karar anı olarak çıkabilir. O halde şunu diyebiliriz; kararlarımız anlık değildir, bizimle yaşarlar ve yarınımızı şekillendirirler.

Beynimiz nöron denilen sinir hücrelerinin bir araya geldiği karmaşık bir ağ sistemi oluşturuyorlar. (Bazı araştırmacılara göre beynimizde yaklaşık 100 milyar nöron bulunmakta.) Görevlerini kısaca vücuttan beyne beyinden de vücuda bilgi taşımak olarak açıklayabiliriz. Bir karar almamız gerektiği zaman sinir sistemimizde adeta bir trafik oluşuyor. Nöronlar birbiri ile yarışıyor, en önce karar mekanizmasına ulaşan nöronun dediği oluyor. Hangi nöronun öne geçeceği, hangisinin arkada kalacağı ise fizyolojik ve psikolojik durumlara göre şekilleniyor. Ya da şöyle anlatayım; bilgisayarımızda bir dosyayı açmak için tıkladığımızda aslında bilgisayarın işlemcisine bir mesaj göndermiş oluyoruz. İşlemci bunu alıyor, işliyor ve dosyamızı açıyor. Biz tek bir tıkla dosyayı açtığımızı ya da herhangi bir işlemde bulunduğumuzu sansak da o an bilgisayarın arka planında birçok işlem gerçekleşiyor ve tüm bunlar ona yüklenen yazılım sayesinde oluşuyor.

Sağlıklı kararlar verebilmemiz için beynimizin bu karar mekanizmasının sağlıklı işleyebilmesi gerekmektedir. Sinirli veya stresli olduğumuzda da beynimiz doğru bir karar veremeyebilir. Öfkeyle kalkan zararla oturur atasözü bunu çok iyi ifade etmektedir. Kokular, renkler, sesler bile kararlarımızı etkileyebilir. Hatta pazarlama sektöründe bunu çok iyi kullanırlar. Yiyecek paketlerinde özellikle kırmızının tercih edilmesi, alışveriş merkezlerindeki ışıklandırmanın ve her mağazanın sattığı ürüne göre kullandığı kokunun değişmesi gibi… Çok kısıtlı zamanlarda, hızlı bir şekilde çok kritik kararlara zorlandığımızda da sağlıklı bir karar veremeyebiliriz, elimiz ayağımıza dolaşır. Sağlıklı karar verebilmek için birçok faktörün aynı anda uygun bulunuyor olması gerekmektedir. Bunun için de biraz yavaşlayarak düşünmeye ve zihnimizin berraklaşmasına ihtiyacımız vardır. Şimdi düşünelim modern dünyada, doğal yaşama alanından kopartılmış insan, çarpık kentleşmenin, ulaşım sorunlarının, fazla iş yükünün arasında oradan oraya yetişebilme telaşıyla nasıl sağlıklı kararlar verebilir? Kararlarımızın sadece bize ait olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Yönlendirilmediğimizi, yumuşak karnımızdan vurulmadığımızı nasıl bilebiliriz?

Elbette tüm suçu dış etmenlere yıkamayız. Çünkü biz dünya hayatının hak ve batıl mücadelesi olduğunu biliyoruz. Batıl savaşı kazanmak için kendi kaosunu oluşturuyor ve bizi manipüle etmeye çalışıyor. Bize düşen hakkın taraftarı olmaktır. Dünya hayatını bir yola benzetecek olursak biz insanlar kendi hayat aracımızın şoför koltuğunda oturuyoruz. Yeşil ışıkta geçmek de kırmızı ışıkta takılı kalmak da bizim elimizde. Trafikte bir anlık kararsızlık çok büyük facialara neden olabilecekken bazen de çok iyi verilmiş ani bir karar çok fazla insanın hayatının kurtulmasına vesile olur. Bazen aldığımız bir karar tüm dünyadaki insanları etkileyebilecek kötü neticelere varabilir. Bazen de anlık bir direksiyon manevrasıyla dünyayı büyük bir felaketten kurtarabiliriz. Karar bizim!