Yeni taşındığı evde komşuluğu özenle kurgulayacaktı.

Geldiği yerde kimse kimseye selam vermemekte, gidip gelmemekte, bir şey lazım olup da, istediğinde; olumsuz cevap almaktaydı.

Yeni evinde kandili fırsat bildi.

Annesinden görmüştü İstanbul’da kandillerde helva yapılır komşulara dağıtılırdı.

Karşı komşusu evde yoktu, çaprazındaki kapıyı açtığında bir gün önceki yılbaşı ağacını ve Noel süslerini gördü. Fakat kadın çok mutlu olmuştu helvaya.

Yanındaki dairenin kapısını çaldığında dövmeler içerisinde bir adam kapıyı açtı, helva kâsesine şaşırdı.

Üst kata da çıktı, kapıyı açan kadının yanında köpek vardı, bir başka hanenin çok çocuğu vardı, çaprazdaki Kazak işadamı yılbaşı eğlencesi yorgunu hâlâ ayılmamıştı. Biraz da pişmandı, bu eğlence için bir evini satmıştı ama umduğunu bulamamış yeterince mutlu olamamıştı. Helva kâsesini ne alaka tarzında bakarak almış, tanımadığı kadına kapıyı hızla kapatmıştı.

Bir başka komşusunun Müslüman olmuş bir Alman olduğunu öğrenmiş, o kişi helvaya çok sevinmişti, içerisine girdiği yeni kültürün her ögesine hayrandı zaten. Hıristiyan Avusturyalı komşusu olduğunu, kapısını çaldığında öğrenmiş o kişi de helvaya memnun olmuştu.

Ertesi gün çok çocuklu kadın, bir tabak dolusu börekle gelmiş tanışmışlardı.

Fransa’dan anavatana dönmüş genç kadın ne kadar yalnız olduğunu, anne babasını çok özlediğini, o sıcak helva kâsesi ile burada olmayan komşuluğun, arkadaşlığın sıcaklığını hissettiğini, her zaman görüşmek istediğini söylemişti.

Genç kadın aslında akademisyendi bir proje üzerinde çalışmakta; “Sosyal yalıtım olarak site hayatı ve yabancılaşma”, sitelerde yaşayanlar dışarıdaki hayattan kendilerini koruma altına alırken, bir yalnızlaşma olgusu ile karşılaşmakta idiler.

Bir dahaki kandili beklemeden karşısına çıkan arkadaşına memnun olmuştu.

Aklına Nisa Suresi’ndeki 36. ayet gelmişti;

“… Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.”

Komşuya iyilik etmek. İyilik sadece maddi değil, manevi sahada da çok önemli.

Peygamberimiz, “Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” 

Avrupa’ya konferans için gittiğimde görmüştüm, temiz ahlaklı göçmen Türkler; Hıristiyan komşularının düğünlerine, cenaze törenlerine, hastalarına; ellerine hediyelerini alarak gitmekte idiler.

Stuttgart ta, kimsesiz felçli yaşlı Alman kadına çocukları bakmadığından Trabzonlu komşusu Ayşe Hanım bakmakta; çorbasını içirmekte, yaşlı kadının banyosunu yaptırmakta idi.

Genç Fatma, Bielefeld’de yaşlı komşusunun market alışverişine yardım etmekte, yüklerini taşımakta idi, Hıristiyan kadın; “Bu zamanda böyle iyi insan var mıydı” diye şaşarak teşekkür etmekteydi.

Abdullah İbni Amr İbni Âs bir koyun kestirmişti. Hizmetçisine, “Yahudi komşumuza verdin mi?” diye telaşla sorduktan sonra, müşriklerinde üzerimizde komşuluk hakkı olduğunu Peygamberimizden duyduğunu söylemiştir.

İnsanlığın önderi, “Allah’a ve âhiret gününe inanan bir kimse komşusuna eziyet etmesin, iyilik etsin” buyuruyor.

Komşu hakkı o kadar önemliydi ki, “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse cennete giremez” buyurdu Peygamberimiz.

“Birbirinize hediye veriniz. Çünkü hediye gönüllerdeki dargınlığı yok eder. Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin! Alıp verdikleri şey azıcık bir koyun paçası bile olsa!..” diyerek, günümüz de yabancılaşan insanları uyarmakta son nebi.

O kutlu Peygamberin ümmeti ecdat; dışarıda değişik ve pahalı yemekler yiyerek komşuyu özendirmemiş, komşusu görmüşse ona da ikram etmiş.

Komşusunun davetlerine icabet etmiş, düğün ve ölüm törenlerinde bulunmuş, hastalandığında ziyaret etmiş.

Borç istediğinde, dara düştüğünde yardım etmiş.

Komşusunun rüzgârını kesecek yüksek bina yapmamış.

Komşu hakkına riayet etmiş.

Günümüz insanının unuttuğu komşuluğu kandillerde arayan ve önemli bir projeyi araştıran genç akademisyeni tebrik ediyorum.

Geniş bilgi için bknz. Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları