Giresun dan Trabzon a

Yolculukların en iyi taraflarından biri, yol boyunca değişik bölge insanlarını tanımak, onların özelliklerini fizyolojik yapılarını buna bağlı olarak onların davranış biçimlerini ve tepkilerini gözlemlemek kavramak önemli. Dikkatli bir bakış ile Karadeniz bölge insanını ve bu insanın kendine özgü yanlarını fark edebiliyor.

Küresel dünyanın hayat anlayışını, bakışını, birçok açıdan buradan da gözlemlemek mümkün. Birçok yerde karşılaşılan davranış ve düşünüş biçimlerinin iyice belirginleştiğini ayrımsıyoruz. Trabzon insanının yüz kalıbı kendine özgüdür. Bu, hemen her bölge insanında farklı farklıdır.

Televizyon, insanlığı kiriyle emziriyor, insanlar bundan da etkileniyorlar. Okuma edimi olmayan toplumların bugünkü tek dayanakları televizyon. Sabahtan akşama kadar, akşamları haber saatlerine kadar bir kanaldan diğerine atlayarak seyrediyorlar. Bu tarz bir bilgi ediniş, insanı düşündürtmekten çok etki altına alıyor. Yönlendirici, etkileyici bir kuşatmadır bu. İnsanlar da bunun farkında değillerdir. Bir konuyu hararetle tartıştıklarında bu insanların ne çok şey bildiği varsayılabilir. Bütün bilgisi, okumaya ve düşünmeye dayanmıyor. Sanıyorsunuz ki, bir televizyon yorumcusu konuşuyor. Bu da yönlendirici olmaktan öteye gitmiyor.

İnsanlar, idealist, ahlâki ve dürüst bir bakış açısıyla değil, daha çok çıkarcı bir bakış açısıyla yön alıyorlar bugün. Geleneğimizdeki güzelliklerden biri olan "hayır işleme" kavramı giderek yitiyor. Sevgili dostum Hasan Durmuş Bey ile epeydir fiili olarak yol arkadaşlığı yapıyoruz. Güzel bir yol arkadaşlığı. Özverili ve içten bir birliktelik. Akrabası olan merhum Kâmil Enişteden bahsediyor Hasan Bey. O, yarım saatte gidilebilecek bir yolu iki saate gidiyor. Yolda bulduğu her taşı alıp atıyor. Bir insanın ayağı takılmasın ve incinmesin diye. Yolda ne kadar kâğıt parçası varsa onları da topluyor, buna sigara izmaritleri dahildir. Kâğıt ile ilgili gerekçesi sorulduğunda: "Allah kâğıdı Kur an-ı Kerim yazılsın diye yaratmış" dermiş. Bu yüzden de kendisine deli gözüyle bakılıyormuş. Bizler çocukluğumuzda, topluca bir yola girer, ne kadar taş, ağaç var ise onları toplar götürür dereye atardık. Bir insanın ayağını incinmekten koruma düşüncesi "hayır işlemekten" başka bir şey değildir. Batı düşüncesi ruhumuza işledikçe "Hayır işleme" güzelliği hayatımızdan çıkıyor. Her şeye çıkar gözüyle bakılıyor.

Televizyon insanı, kayığını yüzdürebileceği suları gözlemler, bir çırpıda oradan oraya geçmeyi becerebilme hünerinin uyanıklığının peşinde.

Giresun dan çıktıktan sonra yolda kahvaltı yapabileceğimiz bir yer arama çabamızdan önce, Karadeniz boyunca bir uçtan bir uca yapılmakta olan otoyol olayı ile bir durum söz etmeliyim. Modern dünyanın kültürü bencillik üzerine kuruludur. Buna modern krallığın yaşama biçimi de diyebiliriz. Doğa insan ilişkisizliğini, doğanın doğa ile kopuş sürecini gözlemledim bir süre. Bunlardan biri; oto yol anlayışının insanî olmadığını belirtmeliyim. Yolların kesintisizliği, çevreyle bağlantısının kopukluğunun soğukluğunu hissettim. Otoban olmayan yollarda, yol kenarlarındaki duraklarda, konaklama yerlerinde ve hemen her yerde insan gereksinim duyduğunda bir kenara yanaşıp doğayı hissetmesi insanî hakkını kullanması olasıdır. Yol boyunca, yolda kalmış birkaç insanı alabildik. Otobanda bu mümkün değildir. Oysa bu yol mantığı insanî olma duygusundan uzaklaştırıyor. İnsanın deniz, doğa, dere, köy ve kasabalar ile bağlantısı kesiliyor. İnsanın bütün bu hakları elinden alınıyor. İnsanın özgürlüğünü sınırlayan ve kendi olmaktan uzaklaştıran bir hayat anlayışıdır bu.

İki ayrı gün iki ayrı yerde denize nazır kahvaltı yapma imkânını bulduk. Bunların ikincisinde televizyondan beslenmiş olan bir insan tipini gözlemledik. Bu hayat anlayışı ve bakışı insanı dürüst ve samimi olmaktan uzaklaştırıyor. Kayığını yüzdürebileceği suları gözeten bu insanların kişilik kırılmaları, onlar için farkında olunmayan bir durum. Suların duruluğu, anlamlılığı ve yararlılığı hiç de önemli değildir. Önemli olan kayığını yüzdürebileceği suları bulmasıdır.

Günümüz iktidar mensuplarını savunanların bakışı da bu temele dayanmaktadır. Söylenen hemen her düşüncenin ardında bir "ama"ları vardır. Bir yanlışı, sapmayı, varılmakta olan durumu izaha çalıştığınızda mutlaka bir "ama" ile yüzleşirsiniz. Bu, bir başarıya dayanmıyor. Yerini koruma duygusundan öteye gitmeyen bir bakış. İdealizmin olmadığı bir bakış.