Ehli Beyt adına ashabı karalamak amaçlı uydurulan bir sürü rivayet vardır. Özellikle de ilk üç halife hakkında. Hâlbuki bu rivayetler tamamen uydurmadır, asılsızdır. 

Hz. Ali’ye (r.a.) göre ümmetin en faziletlisi Hz. Ebubekir (r.a.) ve Hz. Ömer’dir (r.a.). O, şöyle demiştir: “Size Allah’ın Resulünden sonra insanların en hayırlısını haber vereyim mi? O, Ebubekir’dir. Ebubekir’den sonra insanların en hayırlısını haber vereyim mi? O, Ömer’dir.” (Ahmed b. Hanbel, 833) Hz. Osman hakkında ise şöyle demiştir: “O, Mele-i Ala’da zünnureyn diye çağrılan bir kişidir. Resulullah onun için cennette bir köşke kefil olmuştur.” (İbni Esir, Üstül-Ğabe, 3/582)

Cafer-i Sadık’a: “Filan kişi senin Ebubekir ve Ömer’den teberri ettiğini (uzak olduğunu) iddia ediyor” dendiğinde Cafer-i Sadık: “Valli ben o (sözü söyleyen) kişiden beriyim.” Diye cevap vermiştir. (Taberi, 1/6)

Ehli Sünnet uleması tarafından muteber kabul edilmese de Şiiler tarafından çok muteber bir kitap olarak kabul edilen Nehcu’l-Belağa isimli eserde sahabeye sövme ve onlara lanet etmeyi kökünden çürütecek deliller vardır. Bu eserde geçen rivayetler de Allah Resulünden sonra (haşa) sahabenin dinden çıktığını iddia edenlerin yalanlarını yüzlerine vurmaktadır. İşte Mü’minlerin emiri Hz. Ali şunları söylemiştir: 

“Ben Muhammed’in Ashabını görmüş birisiyim. İşin doğrusu onlar gibisini veya onlara benzeyen birisini görmedim. Geceleri secde ve kıyama dururlar. Bundan dolayı sabahleyin üstleri başları dağınık olurdu. Bazen namaz kılar bazen de dua ederlerdi. Ahiretteki hallerini düşündükleri için adeta kordan bir ateşe dönüşürlerdi. Uzun süre secde yapmalarından dolayı alınları siyah nasır bağlardı. Allah’ı hatırladıklarında gözyaşları sel olur ve elbiseleri ıslanırdı. Sonra sevap ümidi ve ceza korkusundan dolayı şiddetli rüzgârın önünde sallanan bir ağaç gibi korkar ve ürperirlerdi” (Nehcu’l-Belağa, 182- 189)

Görüldüğü gibi Hz. Ali, Resulullah’ın sahabesine özlem duymakta sevdiklerinden ayrılmanın acısı ile onları anarak şunları söylemektedir:

“Nerede İslam’a çağırılınca hemen kabul edenler? Nerede Kur’an’ı okuyup da onu hâkim kılanlar? Nerede kılıçları kınından çekip cihad edenler? Nerede saf saf ve sıra sıra olup da yeryüzünü ele geçirenler? Nerede ağlamaktan gözleri yorulmuş, oruç tutmaktan karınları çökmüş, duadan dolayı dudakları solmuş, ibadet nedeni ile uykusuzluktan yüzleri sararmış ve yüzlerinde haşyet sahiplerinin belirtileri olanlar? İşte bu kardeşlerimin hepsi gittiler. Bu tür insanlara hasret kaldık ve susadık. Bizden ayrıldıkları için ellerimizi ısırıyoruz.” (Nehcu’l-Belağa, 235)

Resulullah’ın torunlarından Zeynel Abidin, sahabeyi hep hayır ve rahmetle yâd etmiştir. Namazlarında onlara rahmet ve mağfiret talebinde bulunmuştur. Çünkü bu güzide insanlar Tevhid davasını yaymada ve risaletin insanlara ulaşmasında Resulullah’a yardımcı olmuşlardı. Bir duasında şöyle diyordu: 

“Allah’ım özellikle senin Resulüne güzel arkadaşlık yapanları, ona destek olmada her türlü fedakârlığı gösterenler, davetine ilk önce icabet eden, peygamberinin ilk olarak kendilerine risalet delillerini duyurduğu sahabeye rahmet ve mağfiret et. Onlar din için eşlerini, çocuklarını ve vatanlarını terk ettiler, peygamberinin hak olduğunu ispat ana babaları ve çocukları ile savaştılar. Peygamberin yoluna baş koydukları için kendi aşiretleri tarafından hicrete zorlandılar. Peygambere yaklaştılar diye kendi akrabaları onları akrabalıktan uzaklaştırdı. Allah’ım bu güzide insanların yaptığı her şey senin için ve senin yolun adına yapılmıştı. Öyle ise kendi rızanla onlardan razı ol. Senin rızan için memleketlerinden hicret ettikleri için onlardan hoşnut ol. “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin” (Haşr, 10) Allah’ım! Böyle dua ederek sahabenin yolundan gidenlere de rahmet et, mağfiretini onlardan esirgeme ve onları en güzel mükâfatla mükâfatlandır. Bu insanlar sahabenin yolundan gitmiş ve onların hidayet fenerlerinin ışığında aydınlanmışlardır. Yine onların yaşayışı gibi yaşamış, hidayetleri ve direktifleri doğrultusunda yol almışlardır. Kesinlikle onlarla ittifak etmişler ve kendilerine ulaştırdıkları din konusunda (Rafızîlerin yaptığı gibi) sahabe ve ilk nesli suçlama yoluna gitmemişlerdir. (SahifetünKamiletün, 13; A. M. Sallbi, Doğuştan Günümüze Şiilik ve Rafızilik)

Nitekim Hz. Hüseyin (r.a.), Hz. Ebubekir’in (r.a.) torunu Hafsa ile evlenmiştir. (İbniSa’d, Tabakat, 10/435) Cafer-i Sadık’ın annesi Hz. Ebubekir’in (r..a.) torunu Kasım b. Muhammed’in kızı Fevre’dir. Şiilerin yedinci imam olarak kabul ettikleri Musa Kazım oğluna Ömer ismini koymuştur.

İşte bütün bunlar Ehli Beyt imamlarının sahabeye ne denli saygılı olduklarını, onları ne kadar çok sevdiklerini göstermektedir.