Dervişin fikri yemekli
“6 parti sürekli birbirlerine gidiyorlar, hava kokluyorlar. Bir yapmadıkları kısır günü kaldı, onu da yaparlar yakında.”
Bu iki cümle AKP iktidarının ortağı Devlet Bahçeli tarafından, muhaliflerinin hal ve gidişlerini dava kardeşlerine arz ve seçmenlere izah etmek için özenle kurulmuş ve iktidarcı medya tarafından da Pazar eylenmiş.
(Anadolu çarşılarının dükkan adı zenginliklerindendi “Şen ortaklar” tabelaları. Genellikle miras paylaşan iki heveslinin ticarette görünmelerini yansıttığından, okuyanların yüzlerinde alaycı bir gülümseme oluştururdu. Zira o dükkanın çok geçmeden el değiştireceği tecrübe ile sabitti. Hatırlamalarımız hoş görülsün.)
Saadet Partisi lideri sayın Temel Karamollaoğlu’nun haftalık basın açıklamasının soru kısmında seslendirildiğinde haberimiz oldu bizim, sayın Bahçeli’nin bu cümlesinden. Gerçi daha önce de ‘’Kebap’’ üzerine bir şeyler dediği kulağımıza çalınmıştı ama, mevzuyu önemsememiş, aşçısının mesaisini aksatmasına yormuştuk.
Madem ki bu Değmesin Yağlı Boya sayfası tarihinin kayıt defterlerinden biriydi; gereğini yapmak farz olmuştu. Aradık, bulduk yaptığı o tespiti. Partisinin grup toplantısında arkadaşlarını bilgilendirmişti:
“Teröre yardım ve yataklık yapan bölücü kebapçıların işsizlikte payı vardır.”
Değme istihbaratçıların ve ekonomistlerin siyaset tarihine geçmiş böyle tespitlerine misal yok iken, Sayın Bahçeli’nin bu cümlesi, anlayışı sorunlu bazı politikacılar tarafından, işsizleri suçlama bağlamından koparılarak kebapçı esnafına destek malzemesi yapılmıştır.
Sayın Bahçeli bir taşla, işsizler ordumuzda umut katliamı yapmakla kalmamış, kebapçı dediklerinin kafalarını taa Kandil’de yarmıştır.
Sayın Bahçeli’nin bu cümlesini rakibi partililerin ve seçmen sıfatlı halkımızın anlamaya çalıştığı günlerde, bir MHP geleneği canlandırılarak, yardımcısı tarafından delillerle izahı yapılmıştır. Biz bunları da okuduk.
Bir resim paylaşan yardımcı MHP’li, bazı eski politikacıların ve terör örgütü elemanlarının bir sofrada kebap yediklerini tesbit ettiklerini beyan etmişti.
Kandil’in sofrasına oturan ve adları HDP ile anılan o politikacıları ilk defa mı görüyor yahut farkediyor Sayın Bahçeli? Değilse, neden onlara “Kebapçı” diyor?
Böyle bir soruya ihtimal cevaplardan sadece birini yazarak, esas konumuza dönmek istiyoruz.
Hükümet icraatlarındaki etkisini vurgulamak amacı yüklü bu cümlesiyle Sayın Bahçeli diyor ki; hem halka, hem dağdakilere:
“Takip ediyoruz! Yediğiniz kebapların acılığına kadar takip ediyoruz!”
Sayın Bahçeli kadar istihbaratımız yok, dolayısıyla bilmeyiz ordaki acılığı ama, biz içimize düşen ve beynimizi kamaştıran acılığın farkındayız.
Onları, ne yediklerine kadar mı önemsiyorsunuz? Ya da onlar mıdır önemsediğiniz, yedikleri mi? Döktükleri kanları, söndürdükleri ocakları nereye koyacağız?
Porsiyonların tarif edildiği ve küçültüldüğü AKP iktidarında ortak parti MHP’nin Sayın Genel Başkanı Bahçeli’nin yiyecekli demeç verme geleneğini hoş karşılasak ve mazur saysak da, Sayın Karamollaoğlu’na soru olarak yöneltilen demecine kalem oynatacağız mecburen. Zira Saadet Partisi tahribatı onaracak yegane partidir. “6 parti sürekli birbirlerine gidiyorlar, hava kokluyorlar. Bir yapmadıkları kısır günü kaldı, onu da yaparlar yakında.”
Yazımızın başına aldığımız Sayın Bahçeli cümlesi bu idi. İktidarın ortağı bir partinin lideri, muhaliflerinin selamlaşmalarından, hal hatır sormalarından, diyalog halinde olmalarından şikayet ediyor. Bunu da bir tehdit kokusu sindirerek yapıyor; yapmadıklarının (kısır günü) ne olduğunu ilan ederek.
Saadet Partisi lideri Sayın Karamollaoğlu, ciddiyetinden taviz vermeden ve Sayın Bahçeli’yi bir mizah içine sokmadan cevaplıyor, soruyu. İktidara rağmen doğru olan budur duruşu ve ses tonuyla. “Onlar da kebap partisi yapsınlar” başlangıcıyla Demirelce bir polemik havası verse dahi.
“Laf mı bu?
Partilerin bir araya gelip konuşmasından bu kadar rahatsız olmanın manası ne, mantığı ne?
Böyle yaklaşım mı olur?
Allah yardımcımız olsun!”
Tarihte bu hallerin bir benzeri olmalıydı. Partilerin liderleri aynı durumları yaşamışlarsa, nasıl çıkmışlardı işin içinden? Onların da mı akıllarının ucunda yemek vardı, yoksa yemek kelimesini, yemekte buluştular gibi anlatılacak birlikteliklerin etiketi mi yapmışlardı?
AP’nin tek başına iktidara geldiği 1965 seçimlerinden sonraki bir zamanda Başbakan Demirel, bir Bakanlar Kurulu toplantısından sonra gazetecilere konuşur:
“İç barışın köklü ve güçlü olmasında aziz milletimizin ve güzel yurdumuzun menfaatleri vardır. Şahsi düşünceler bir kenara atılmalıdır.”
Gazeteciler, Meclis’te hep etkin olan İnönü’nün ihtilal öncesindeki “Sizi ben bile kurtaramam” sözünü hatırlatırlar; “Bizim iştirakimiz olmadan Anayasa değişikliği yapılamaz” demecini kolay yorumlasın diye, sayın Demirel’e.
Demirel, Başbakan sıfatıyla gerdanını kıra kıra cevaplayarak bozuyor kurulmak istenen tuzağı.
“Öfkeler, kırgınlıklar, küskünlükler ortadan kalkarsa milletçe çok daha kolay ve büyük başarılar sağlayabiliriz.
Siyasi mücadele, memlekete zarar vermek için yapılmaz, siyasi mücadele memleketin hizmetlerini daha iyi görebilme yarışıdır.”
27 Mayıs ihtilalinin tarumar ettiği siyasi hayatımızı onarma harekatı sayacağımız, yasaklı DP’lilerin yasaklarının iptali amaçlı çalışmalara ve Anayasa değişikliklerine karşı çıkan bir parti genel başkanı da vardır.
Sayın Devlet Bahçeli’nin partisinin önceki sahibi ve selefi diyeceğimiz bu politikacı, Bayar’ın idamına (yaşlılığından dolayı) karşı olduğu propagandasını çok yapan merhum Osman Bölükbaşı’dır.
O günlerde bir gazeteci (Turhan Dilligil) onu şöyle anlatmış bir Meclis haberinde: “1961 seçimlerinden önce, Demokrat Partililerin oylarını kendi partisine çekebilmek için yaptığı şaklabanlıkları, sahte görünüşleri, aldatıcı manevraları unutmuş ve sönmeyen bir kinin takipçisi gibi konuşmuştu.”
Buraya İsmet Paşa cevabını almazsak olmaz. Çünkü Bölükbaşı’nın sicil amiri sayılırdı bir yerde.
“Her defasında söyledim, siyasi hayatta yapılan hizmetler, söylenen fikirler bir minnet kazanmak için değildir, böyle bir mefhum olmaz; şahıs olarak bize yakışmaz ve millet olarak topumuza yakışmaz.”
Giden politikacıların kayıtlara geçmiş bazı konuşmalarını burada hatırlatmamızın elbette bir gayesi, bir hizmet hedefi var. Mevcutlarla mukayese edilsin isteriz. Son cümlemiz sayın Karamollaoğlu’nun dediği gibi “Allah yardımcımız olsun” olacaktır!
Hem buldular, hem keşfettiler
Millî Gazete’nin internet sitesine bakıyorum. “AKP’li Cahit Özkan’dan şok sözler: Doğalgaz bizim dönemde keşfedildi”, vinyeti merakımı çekiyor, haberi okuyorum.
“Milyonlarca yılda oluşmuş doğalgazın yine bu dönem içerisinde keşfedilerek milletimizin hizmetine sunulduğu” yazdırılmış Meclis zabıtlarına ilgili kişi tarafından.
Muhalefet mensupları durur mu, kalkmışlar, ne zaman ve nasıl hizmete sunulduğu bir yana, bilimsel izahını istemişler bu keşfin. Hatasını farkeden AKP’li konuşmacı da, tüm konuşmasında bir hatanın bulunmasına celallenerek, bulduğumuz doğalgaz yerine, keşfettiğimiz doğalgaz demişim; düzeltilmesini istiyorum demiştir.
Bulmak ve keşfetmek fiillerinin bir AKP’lide hangi hallere düştüğünü gözler
önüne sererek, yaklaşan seçimlerin heyecanını böyle yansıtıyorlar gibi
cümlelerle telaşlandıklarını, eski kelimelerimizle söylersek buhrana girdiklerini, hafakanların bastığını iddia etmek gibi bir niyetimiz yok.
Kelimelerimizin çok önemli olduğunu, yanlış ve eksik kullanımlarda
dikkatlerin çekilip, hem Türkçemizin güzelliğinin vurgulandığı, hem de siyasi
hedefin vurulduğu bir misale giriş olsun istedik; bu AKP’li haberi.
Tabii senatör sıfatı ile Meclis’e çöken ihtilalci subaylarımız, Anayasa
değişikliği çalışmalarının olduğu günlerde İnönü’ye bir muhtıra verirler.
Mektuplarının sonunda üzüldüklerini belirttikleri “Teessür” kelimesi vardır.
İsmet Paşa bu “Teessür” kelimesini duyunca yüzündeki müstehzi ifadeyle şu
karşı tarizde bulunmuş: “Aslında teessür beyan ediyor değil teessüf ediyorsunuz, ama diplomatlık göstermişsiniz.”
Bugünün diliyle anlatırsak olay şudur: Müteessir olduklarını beyan edenlere, bana esef ediyorsunuz, yazıklanıyorsunuz; bunu da diplomatik bir lisanla becerdiğinizi sanıyorsunuz, iğnelemesiyle ders vermesi, had bildirmesidir İsmet Paşa’nın.
“Bulmak ve keşfetmek” kelimelerinin içinden çıkamayanlara değildir bu misalimiz.
Teessüf, teessür kelimelerinin kullanıldığı bir tariz cümlesiyle, dilimizin ve
siyasetimizin geldiği yerin tespitinin yapılmasına yönelik bir yazı yazdık işte.
Taşlama taşlarınız mı bitti?
Millî Gazete’nin birinci sayfasında isyanımızın seslendirildiği bir haber vardı. “Bu rezalete ‘Dur’ diyecek kimse yok mu?”
Bu başlığın anlattığının arandığı tek yer var: İktidardaki AKP ve hükümeti.
Olaydan haberimiz dolayısıyla bilgi sahibi olan bir gazetenin (Akit) ortaya karışık müdafaa ve hücum elemanı bir sayın yazarı, şikayetimize katıldığını beyan ederek diyor ki:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın acilen gerekli kararları almasını beklediğimizi belirtelim.”
Adını yazdığı bakanlıkların ne için var olduklarını da itiraf eden Akit’in sayın yazarı şunu bilsin isteriz: Müteahhit seçmede mahir olanlar, musahhihler de seçin kendilerine, bir zahmet.
AKP’nin yerinde CHP olsaydı daha neler olurdu hayalleriyle talim ve terbiyeci rolüne soyunan Akit yazarı, AKP varken olmasını da “Şeytan taşlamaktan, namaz kılmaya vakit bulamıyorlar” diye savunmuş. Ki böyle mazeret uydurma, sorumluların aklına bile gelmezdi.
Şeytanları bu kadar mı çoğalttınız, sorumuza makul bir cevaplarının olmayacağını bildiğimiz AKP yandaşı yazarlardan, gazetemizin haberini konu ettiği için adını yazdığımız kişi, aklının fazlasını bize vermeyi de teklif ediyor: Cumhur İttifakı’na gelin, onlara anlatalım, yardım isteyelim.
‘’Onu engelleyecek olan da, Saadet Partisi’nin devirmek istediği Cumhur İttifakı’dır.”
Saadet Partisi’nin ne olduğunu ve ne yapmak istediğini anlamaya kapasitesi yetmemiş birine, cevapsız kalacağını bildiğimiz şöyle bir soru ile veda edelim. Engelleyici Cumhur İttifakı’nın partileri, Millî Gazete’nin duyurduğu böyle haberlerin yayılmasını istiyor olabilir mi? Siz sayın kalemşorlarına süslü davet malzemeleri çıksın diye. Mesela yani.
