Düşünme eylemini ve ortaya koymaya çalıştığı verimi, kavramlara dayandırmadan, kavramları mahiyet ve nitelikleri bağlamında sınıflandırmadan yapılmak istenen açıklamalar, eş deyişle yargı kurmalar, bizi sistematik düşünceye götüremez. Bu durumda olguları ve olayları anlamak, kavramak ve açılamak da mantıklı bir temel oluşturmada yeterli olamaz. Dolayısıyla içinde yaşadığımız dünyanın ve hayatın karşılaştığı, daha doğrusu birlikte oluştuğu sorunları çözmek mümkün olamayacağı gibi, kolay gözükenler de girift, içinden çıkılmaz bir hal alır.

Bir önceki yazıda, iktidar, güç olgularının yerini ve işleyişini doğru tespit edebilmek için, bir anlamda anahtar konumda olan “devlet” olgu ve kavramı çerçevesinde irdelemek gereğini, kısaca işaret etmeye çalışmıştık. Ancak, “devlet” olgu ve kavramını doğru tespit etmeye yöneldiğimizde, bir başka olguyu ya da ondan ayrı olan bir varlığı mutlaka göz önüne almak gerektiğin dikkat çekmek istemiştik. Kuşkusuz devlet ve birey olgularını irdelemeye yöneldiğimizde, bunların mutlak ve kesin bir anlama kendiliklerinden sahip olmadıklarını asla hatırdan çıkarmamak zorunluluğu vardır.

Bu bağlamda, devlet olgusunu varlıkbilimsel (ontolojik) anlamı üzerindeki tartışmalara girmeden, pratik fayda sağlayacağı için doğrudan işlevlerini öz olarak zikretmekle yetinmiştik. Elbette devletin işlevlerini belirlemek, zımnen onun varlıkbilimsel anlamını hatırdan çıkarmamaya gerek duyar. Onun varlıkbilimsel anlamını şimdilik esas tutarak, başlıca dört temel işlevinden söz edilebileceğini belirtmenin yeterli olduğunu farz edebiliriz. Bu dört işlev eğitim, sağlık, güvenlik ve adalettir. Devlet olgusunun bu dört işlevini belirtmiş olmak, onun kendiliğinden mükemmel bir tarzda bu işlevleri yerine getireceği ve varlığını, mahiyetine uygun bir şekilde gerçekleştirebileceği sonucuna bizi vardırmamalıdır. Aksine bu işlevlerin yerine getirilmeye çalışılması, bizzat devlet olgusunun nasıl anlaşılıp kavrandığı gibi, oldukça tartışmalı bir alanı göze almayı şart koşmaktadır. Sözgelimi, devleti mutlak bir iktidar kaynağı olarak gören bir anlayışa göre, mesela Machiavelli ve Hobbes’ta olduğu gibi, devlet her şeye sahip, mutlak iktidarı içkin, hayatın her alanını düzenlemeye yetkili bir varlığa dönüşebilir. Açık ifadesiyle, birey ve toplum çerçevesinde, varlıkları inkar edilemez din, ahlak, hukuk, bilim ve sanat da olmak üzere, bütün bu alanları varlığının birer unsuruna dönüştürerek temessül edebilir, varlığı içinde soğurabilir. Yani dini, ahlakı, hukuku, bilimi ve sanatı, kendi mahiyetleri doğrultusunda işlerlikten çıkarıp, kendi gereksinimi yönünde kullanabilir, açık ifadesiyle bunları istismar etmekten geri durmaz, hatta durdurulamaz.

Kuşkusuz, iktidar dediğimiz olgu, meşruiyetini tezahür ettirmek istediğinde, devlete atıfta bulunmak durumundadır. Ama bu atıf, onu kaynak olarak mı, yoksa işlevsel olarak mı işaret etmektedir Eğer, iktidarın kaynağı salt devletin varlığından kaynaklanıyor olarak anlaşılıyorsa, o takdirde devletin varlıkbilimsel anlamı farklı, ya da işlevsel olarak görülüyorsa bütünüyle farklı anlaşılmak durumundadır. Tarihi süreç içinde bu iki anlayıştan ilki uzun süre devleti iktidarın kaynağı olarak gören anlayışların tezahürüyle doludur. Bu bakımdan oligarşiden totalitarizme kadar çeşitli devlet iktidarı anlayışlarıyla karşılaşıyoruz. Bunların gerçekleştiği dönemlerde, toplum ve özellikle bireyin maruz kaldığı uygulamaların acımasız örnekleri mebzulen sıralanabilir. “Doğu despotlukları”ndan tutun yakın dönemlerin irili ufaklı diktatörlüklerine kadar sayısız örnekleri hatırlanmalıdır.

Öyleyse, devletin belirtilen işlevlerini gerçekleştirmeye yöneldiğinde, bu işlevlerin gerçekleşmesini temellendiren bir başka olgunun göz önünde tutulma zarureti vardır. Hemen, bir takım kavramlara atıfta bulunmak, meseleyi çözümler gibi görünebilir. Sözgelimi hukuk, hukuk devleti, temel insan hak ve özgürlükleri, demokrasi vb gibi kavram ve olgular ileri sürülebilir. Gerçekte bu kavram ve olgular dikkate alınmadan devletin belirtilen işlevlerini doğru bir şekilde anlamak ve tespit etmek mümkün değildir. Ama bunların işlevsel olabilmesi için bile bir başka olguyu dikkate almak gerekmektedir. O da “birey” olarak nitelendirdiğimiz olgu ve kavramdır.

Bir sonraki yazının konusunu ona ayırmak yerinde olacaktır.