MÖ 400'lü yıllarda, demokrasinin beşiği olarak kabul edilen Atina'da, bu yeni yönetim şekli filizlenirken, dönemin önde gelen düşünürlerinden Sokrates, sistemin potansiyel sorunlarına dikkat çekiyordu. Sokrates'e göre demokrasinin temel zâfiyeti, kararların çoğunluğun bilgeliğine değil, çoğunluğun bilgisizliğine dayanmasıydı. Bu eleştirel bakış açısı, eşit oy hakkının herkes için geçerli olmasının sakıncalarını da beraberinde getiriyordu. Zira Sokrates, bilgi ve erdemden yoksun bireylerin karar mekanizmalarında söz sahibi olmasının, devleti yanlış yönlendireceğine inanıyordu.
Sokrates için devlet yönetimi, tıpkı bir sanat gibi uzmanlık gerektiren bir alandı. Nasıl ki gemi kaptanlığı veya tıp mesleği özel bilgi ve beceriye ihtiyaç duyuyorsa, devlet idaresi de ehil kişiler tarafından yürütülmeliydi. Özellikle eğitimsiz toplumlarda siyasetçilerin "demagog" olarak nitelendirdiği, halkı manipüle etmeye yönelik söylemlerden çekinmeyen kişiler olduğunu gözlemleyen Sokrates, bu durumun uzman kişilerin değil, halkı etkileme becerisi yüksek olanların liderliğe yükselmesine yol açacağını öngörüyordu.
Sokrates'in bu düşüncelerini öğrencileriyle paylaşması, dönemin Atina siyasi ikliminde rahatsızlığa neden olurken, eleştirel fikirleri, "gençleri yozlaştırma" ve "dinsizlik" gibi ağır suçlamalarla yargılanmasını beraberinde getirdi. Öğrencisi Platon, bu tarihi savunma sürecini ölümsüzleştirerek "Sokrates'in Savunması" adlı eserini kaleme aldı. Sokrates'in mahkemede yaptığı savunmada da açıkça görüldüğü üzere, kendisi doğrudan demokrasiyi "kötü ve tehlikeli" olarak tanımlamıyordu. Ancak, "bilgisiz çoğunluğun yönetimi"nin devleti felakete sürükleyebileceği konusunda ısrarcıydı. Ne yazık ki, dönemin otokratik eğilimleri olan mahkemesi, suçlu bulduğu Sokrates'i baldıran zehri ile ölüme mahkûm etti.
Tarihsel süreç içerisinde farklı yönetim biçimleri denenmiş olsa da, Sokrates'in işaret ettiği gibi, demokrasi dışındaki sistemlerin de kendi içinde ciddi sorunları bulunmaktadır. Ancak bu durum, demokrasinin kusursuz bir yönetim şekli olduğu anlamına gelmez. Nitekim demokrasinin işleyişinde en nihayetinde belirleyici olan faktör, insan ve onun ahlaki değerleridir.
Demokrasiye yönelik eleştirel yaklaşımlar, yüzyıllar sonra dahi yankı bulmuştur. Eski Birleşik Krallık Başkanı Winston Churchill, bizzat demokratik bir sistemin lideri olmasına rağmen, "Demokrasi hala mevcut seçenekler arasında en iyi kötü yönetim şeklidir" diyerek, bu yönetim biçiminin kusurlarına dikkat çekmiştir. Tarihsel deneyimler de göstermiştir ki, demokrasiler zaman zaman demagogların etkisi altına girebilmektedir.
Bu durumu daha somutlaştırmak adına, bir ülkenin eğitim sistemi gibi uzun vadeli bir çözüm gerektiren bir sorununu ele alalım. Halktan oy isteyen bir siyasetçi, eğitim sistemini kökten değiştireceğini ve bu değişimin sonuçlarının ancak 16 yıl sonra alınabileceğini dürüstçe ifade etse, bu vaat kısa vadeli beklentileri olan seçmenler üzerinde pek etkili olmayacaktır. Zira örgün eğitim 12 yıl, üniversite eğitimi ise ortalama 4 yıl sürer ve yeni bir eğitim sisteminin meyvelerini vermesi en iyimser senaryoda bile bu kadar zaman alacaktır. Ancak halk, bu kadar uzun vadeli ve sabır gerektiren bir vaade ilgi göstermekte zorlanacaktır. Onlar, adeta "şapkadan tavşan çıkarılmasını" istercesine, kısa sürede hissedilir değişimler beklerler. Bu nedenle, siyasetçilerin halkın duymak istediklerini söyleyerek, gerçekçi olmayan, örneğin 6 aylık gibi kısa vadeli mucize vaatlerinde bulunması daha olasıdır.
Nitekim Platon'un yaklaşık 2400 yıl önce "Devlet" adlı eserinde ifade ettiği gibi, ideal ve kusursuz bir devlet yönetim biçimi belki de hiçbir zaman var olmayacaktır. Yönetim şekli ne olursa olsun, en nihayetinde belirleyici olan, o sistemi yöneten kişilerin ahlaki değerleri ve erdemleridir. Bu bağlamda, demokrasiyle yönetilen ülkeler, farklı siyasi görüşlerin çatışmasından ziyade, bu görüşleri savunan bireylerin ve liderlerin ahlaki pusulasının ne kadar doğruyu gösterdiğiyle şekillenir. Demokrasiler, kendi içindeki farklı "renklerin" mücadelesinde değil, bu renklerin oluşturduğu gölgelerin karanlığında kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Sonuç olarak, Sokrates'in MÖ 400'de Atina demokrasisine yönelttiği eleştirel bakış açısı, aradan geçen binlerce yıla rağmen güncelliğini korumaktadır. Demokrasi, katılımcılığı ve özgürlüğü teşvik eden önemli bir yönetim biçimi olmakla birlikte, bilgelik ve erdem yerine çoğunluğun bilgisizliğine dayanma, demagogların yükselişine zemin hazırlama ve ahlaki değerlerin erozyonu gibi potansiyel tehlikelerle her zaman karşı karşıyadır. Churchill'in ifadesiyle, "en iyi kötü" seçenek olarak kabul edilen demokrasinin sürdürülebilirliği ve gelişimi, ancak bilinçli, eğitimli ve etik değerlere sahip vatandaşların aktif katılımıyla mümkün olabilir. Aksi takdirde, demokrasi, Sokrates'in endişeyle işaret ettiği gibi, demagogların elinde bir araç haline gelme ve idealinden uzaklaşma riski taşımaya devam edecektir.