Dağlarca nın 40 yıl boyunca çağdaş Türk şiirinin vazgeçilmez önemde büyük şairlerinden biri olduğu hep söylenmiştir. Onsuz bir çağdaş şiirimizle ilgili antoloji hazırlanmaz. Gerçekten de kendine özgü şiir dili ve dünyasıyla Dağlarca nın bu konumu hak ettiği söylenebilir. Buna rağmen, hayatı ve sanatı ile şiiri hakkında ciddî bir monografik inceleme yapılmadığı gibi şiirlerinden herkesin benimseyebileceği bir seçme de yayınlanmadı.

Edebiyatımızın çok politize olduğu dönemlerde Dağlarca nın Kemalist Sol bir söylemi benimseyerek uzun zaman Varlık ve Türk Dili dergilerinin ilk sayfalarında yer alan şiirleriyle sanki o da edebiyatın gösteri yanıyla ilgili gibiydi. Bu da asker kökenli bir şairin "ilerici" yayın organlarıyla politik planda bir işbirliğini görev olarak benimsediği gibi değerlendirmeler yapılmıştır.

Üniversitelerin sürekli karıştırıldığı 1960 lı yıllarda dergilerde olduğu gibi, Beyazıt civarındaki sahibi olduğu Kitap kitabevinin camlarında sergilenen Dağlarca nın sergilediği politik şiirleri çok okunuyordu. Karşı-Duvar genel başlığı ile bilinen ve sonraki yıllarda kitaplaşan bu şiirlerle Dağlarca nın 68 Kuşağı ile onlara destek verenlerin söylemlerine katkıda bulunarak daha çok mesaj kaygısı taşıdığı görüldü. Bu politik atmosferde aynı dünya görüşünü benimsedikleriyle aynı safta görünmeye çalıştı.

Vietnam Savaşımız gibi İngilizce çevirisiyle birlikte yayınlanan aktüel politik şiir türünden kitaplarıyla, Cezayir ve Pakistan ın bağımsızlığına destek veren şiirleri doğrultusunda anti-emperyalist söylemi Amerikan düşmanlığı yönünde geliştirdiği görüldü.

Dağlarca nın saf şiirden koparak politik şiire yoğun olarak yöneldiği 1960-70 li yıllar boyunca, Nâzım Hikmet le başlayan Sovyet Sosyalist söylemli şiir dilini Kemalist Sol dünya görüşüne çevirmiş ve Devrim kavramının bu anlama bürünmesine katkıda bulunmuştur. Yine de Dağlarca nın her fırsatta şairim diye ortaya çıkıp sığ manzumelerle nutuk atmaya çalışan ozanlardan farklı olduğu muhakkak

Sanki Dağlarca, Tevfik Fikret in Âşiyan daki yalnızlığını benimseyip kültür-sanat çevrelerinden uzakta, sıradan insanların arasında dolaşarak kendince oluşturduğu bir fildişi kuleden dünyaya baktı ve kimsenin sayısını bilmediği kadar çok şiirle gördüğü, duyduğu ve düşündüğü her şeyi kayda geçirdi.

Bir programda karşılaştığımız yeni Kültür ve Turizm Bakanı na da şu gerçeği ifade etmiştim:

Sezai Karakoç la Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk ten daha önemli iki şair olduğu halde, İlhan Berk hakkında prestij kitabı yayınladınız, ama bu iki önemli şairi ihmal ettiniz. Bu size yakışmıyor

Dağlarca nın ölümünden sonra söylenen abartılı sözler de öteki şairlerin ardından söylenenler gibi kof ve abartılı sıfatlarla dolu olduğu için, ne Dağlarca nın şiirinin ve ne de çağdaş şiirimizin durumunu anlatmaktan hayli uzaktır.

Bu yalnız ve "dağlarca" şiirin sahibi hakkında 31 yıl önce Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi ne şu değerlendirmeyi yazmıştım. Bu satırların doğruluğu bir yana, maalesef daha vukuflusu da henüz yayınlanmadı. Bu ülkenin şiir meraklılarıyla akademisyenlerinin dikkatlerine sunulur:

Kendine özgü bir şiir dili  

Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey in oğludur. İlköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan da ortaöğrenimini Tarsus ve Adana, ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi nde tamamladı (1933). Harb Okulu nu bitirerek (1935) piyade subayı göreviyle doğu ve orta Anadolu nun, Trakya nın pek çok yerini dolaştı. Ordudaki hizmeti onbeş yılı doldurunca, önyüzbaşı rütbesiyle askerlikten ayrıldı (1950). Birkaç aylık Fransa gezisinden sonra, Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi olarak İstanbul da çalıştı (1952-1960). Bu görevden de ayrılınca, İstanbul da açtığı Kitap Kitabevi ve yayınlarını yönetmeye başladı. Dört yıl kadar Türkçe isimli bir de aylık dergi çıkardı (Ocak 1960 Temmuz 1964).

Yayımlanan ilk yazısı, ortaokul öğrencisi iken katıldığı bir yarışmada derece alan ve Yeni Adana gazetesi sayfalarında kalan bir küçük hikâyedir (1927). Yavaşlayan Ömür adlı şiiriyle (İstanbul Dergisi, 1933) sanat dergilerinde görülmeye başlayan Fazıl Hüsnü, Varlık dergisinde yayımlanan şiirleriyle dikkati çekti. Daha sonra Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde yayımlandıktan sonra kitaplaşan şiirleriyle Cumhuriyet döneminin belli başlı şairleri arasında kendine has bir yer kazandı.

Harb Okulu nu bitirdiği gün satışa çıkarılan ilk kitabı Havaya Çizilen Dünya (1935), o yılların mutlakçı şiir duyarlığından etkiler taşır. Vezinli kâfiyeli, hatta âşık tarzı şiirlerdir bunlar. Beş yıl sonra yayınlanan Çocuk ve Allah (1940) ile Dağlarca, şiirinin kaynağını, tekniğini ve temalarını bulur, kendini kabul ettirir. Bunlardan daha çok ilkinde, insanla tabiat ve tabiat üstü, "vakit"le hayatımızı dolduran eşya ve olayların korkuyla karışık bir şaşkınlıkla ele alınışı, Necip Fazıl ın Ben ve Ötesi (1932)ndeki şiirlerinden izler, etkiler taşır. Daha (1943) ve Çakırın Destanı (1945), kozmik âlemle insan arasındaki ilk çağlardan beri sürüp gelen serüveni, serbest çağrışımla, çeşitli sembollere ve alegorilere yaslanarak vermeye çalışır. Denebilir ki, Fazıl Hüsnü de her şiir bir yeni şiire kaynaklık ederek halka halka büyümeyi ve genişlemeyi sağlar. O yüzden bu şiirde mısralar tek tek şiirleri değil de, bir şiir dünyasını ortaya koymak eğilimindedir.

Kendine özgü bir şiir dünyası oluşturan Dağlarca, mistik ve metafizik ürpertiler taşıyan ilk şiirlerinden son yıllarda yayımladığı çocuk şiirlerine kadar, din dışı trajik bir duyarlığa yaslanır. Bu duyarlık, kimi şiirlerde patetik bir havaya bürünür. Üç Şehitler Destanı (1946) ve Toprak Ana (1950) ile Dağlarca nın şiiri, epik ve gerçekçi anlatımın imkânlarını araştırır, geliştirir. Âsû (1950) ile şiirindeki sezginin, yerini akılcı bir üsluba bıraktığı görülür. Bu, dünya görüşünün değişmesi demektir. Fakat Dağlarca nın temaları dünya görüşüne bağlı olarak değişmez, siyasî ve aktüel konulara doğru genişler, yayılır. Sonuçta, geçici öfkeleri yansıtan, eski şiirlerinin anlatımından güç alan şiirler ortaya çıkar.

Dağlarca nın şiirini temalarının çeşitliliğini göz önüne alarak şu başlıklarla ele alabiliriz: Lirik felsefi şiirler, destanlar, sosyal ve politik şiirler, gazete şiirleri ve çocuk şiirleri. Bu şiirleri kuran temel unsurlar yalın dil, etkili biçim ve alegori, kafiye kaygısı, ki , ve bağlaçlarıyla uzayıp giden mısralar, kelime tekrarlarıyla güç kazanan ses komposizyonları dikkat çeker. Dil dikkati bir yana, Dağlarca nın gücünün ve son yıllarda girdiği söylenen çıkmazın ip uçlarını, başka şiirlerinde de kullandığı biçim ve alegorilerde aramak gerekir. Kimi şiirlerinde alegori mekanik bir kurgu niteliği kazanır. Çeşitli konular üzerinde sürekli şiirler yazan şairin çoğaltmacı durumuna düşmesi, kendini yenileyememesi, tıkanıp kalması bir yerde kaçınılmaz olur. Yine de Fazıl Hüsnü, Tanzimat tan beri yetişen şairlerimiz arasında şiirlerinin çokluğu, eski ve yeni hiçbir şairimize açıkça bağlanamayacak bir şiir dünyası kurması, mutlakçı şiir döneminden aldığı temaları İkinci Yeni ve sonraki dönem şairlerine aktarmasıyla özellikle kendi şiirinin imkânlarıyla geliştirdiği serbest çağrışım tekniğiyle yeni Türk şiirinde önemli bir yere sahiptir (Dergâh, C. 2, s. 182-183, 1977).

Bir yalnız adam

Fazıl Hüsnü Dağlarca nın 94 yıllık hayatının belki de 60 yılı kararlı ve istikrarlı bir şekilde şiirle uğraşarak geçti denebilir. Çünkü gençlik yıllarında denediği hikâyede başarılı olamadığını anlayınca, kendince bir şiir dili geliştirerek kendine özgü bir şiir dünyası ortaya koyduğunu görüyoruz.

Hayatı boyunca sadece şiirle uğraşan ve mülakatlara verdiği cevaplar dışında nesir türünde pek yazı yayınlamayan Dağlarca, Peyami Safa nın Cahit Sıtkı ile birlikte keşfedip şiirlerini yayınlayarak sanat dünyasına tanıttığı iki önemli çağdaş şairimizden biridir. Cahit Sıtkı gibi o da ideolojik anlamda hafif bir sol söylemi benimseyerek anti-emperyalist ve Kemalist bir tavırla şiirler söylemiştir.

Şiir yeteneğinin yaratılıştan gelen özelliklerinden biri, belki de en önemlisi çok ve çeşitli şiir söylemesi denebilir. Yabancı dil bilmediği günlerde Sürrealistlerin şiirlerini andıran şiirlerle ortaya çıkması, onun şiirindeki pek çok şeyin şiir birikiminden değil, kendi şair yaratılışıyla yakından ilgili olduğu söylenebilir. Herkesi şaşırtan ve kimseyi umursamayan bir üretkenlikle her şeyi şiire dökme çabasının elbette kaliteyi ve şiirsel yoğunluğu düşürdüğü muhakkak.

100 ün çok üstünde şiir kitabı yayınladığını ve kendi şiirlerinin tekniğiyle ritmini kullanarak aktüel konularda pek çok şiir söylediğini, böylece şiir dünyasını bütün dünyaya ve evrenin farklı dönemlerine yayarak geliştirdiğini görüyoruz. Bunlar, şiirden uzaklaşmak tehlikesini doğuracağından belli bir riski de bünyesinde taşır. Bu husus belki de onun çağdaşlarından farklı olmasını sağlamıştır.

Dağlarca nın bu farklılığı, şiirlerinde, kozmik âlem karşısında çocukça bir hayret duygusunu yansıtmasıyla, belki de Abdülhak Hâmid e çok benzeyen bir özelliğe sahip. İlhamının zenginliği ile de Arif Nihat Asya yı andırır. Onun şiirini inceleyenlerin Dağlarca nın şiir serüvenini üç dönemde ele aldıkları da dikkatlerden kaçmayan bir husustur.

Bir çok bakımdan farklı unsurları olan bu şiir serüvenini 1933-1950 saf şiir dönemi, 1950-90 politik söylemli şiir dönemi ve 1990-2008 daha çok çocuklara yönelmiş şiir dönemi olarak sıralamak mümkün. Bu dönemler boyunca binlerce şiir yazan veya söyleyen Dağlarca nın son 30 yıl boyunca dünyanın önemli şairlerinden biri sayıldığı biliniyor. Buna rağmen, temaları bakımından çok dağınık, sayıları bakımdan da içinden çıkılmaz çokluk ve çeşitlilikteki şiirleriyle mizacının pürüzlerinden ötürü hep yalnız olduğu görülmüştür. Şiirlerinin çokluğuyla adı efsanelere karışmış, ölmeden önce de evinin müze yapılmasını isteyen şairin toplu değerlendirmelerle monografik incelemeleri hak ettiği ortadadır.