Bir dönemin popüler yazarı olan Hüseyin Rahmi pek çok romanında Ahmet Mithat Efendi’nin yolunda görünür. “Toplum için sanat” anlayışıyla eserler veren Hüseyin Rahmi’nin, Realist ve Naturalist bir tarzda yazdığı romanlarında, alafrangalığın, yüzeysel batılılaşmanın doğurduğu ahlâki yozlaşmalar sergilenirken taklitçiler de eleştirilir.

Hüseyin Rahmi’nin Şıpsevdi adlı romanında bu özelliklerin yanında, alafranga hayat tarzı için, yaşadıkları konağı, ailesi ve bütün yakınlarıyla birlikte maceraya sokan, tipik bir şıpsevdi olan Meftun’un hikâyesi anlatılmaktadır. İlk romanı Şık’tan beri Hüseyin Rahmi’nin üzerinde durduğu tipler, o dönemde yabancı mürebbiyelerle aile hayatını yıkan aydınlardır.

Halit Ziya’nın batılı roman tarzına karşı bize özgü roman tarzının önemli bir örneği...

Şıpsevdi romanında İstanbul’un günlük hayatı ve konuşma dili öne çıkarılırken, Hüseyin Rahmi Osmanlı’nın son yıllarıyla 20. yüzyılın ilk çeyreğine hakkıyla tanıklık eder.

Alafranga Şıpsevdı

Hüseyin Rahmi bu romanında batılılaşma döneminin önde gelen tiplerinden birini sergiler, çevresiyle anlatır. Eserin kahramanı Meftun Bey, çevresinin yapısına ters düşen bir tutumla babadan kalma konağı “kurtarmak” çabasına düşer. Paris’te okumuş, alafrangalığı benimsemiş, yabancı çevrelerden akıl hocaları bulmuş ve kimsenin rızasını almadan aile adına tasarruflara girişmeye kendinde hak görmüştür. Her tedbiri bir felâket, her hareketi yeni bir facia doğurur. O yine hep iyi şeyler yaptığı inancındadır. Her şeyi birbirine karıştırıp içinden çıkılmaz hale getirince, Paris’e kaçmaktan başka çare bulamaz.

Eserin son bölümü bir sukût-ı hayalden çok, konak halkının infialini ortaya koyar. Meftun Bey evi terketmeye mecburdur. Annesi üzülse de oğluna kal diyemez. Küçük kardeşi ise, kaldıramayacağı sorumlulukları omuzlamanın ağırbaşlılığı içinde, öteden beri ters düştüğü ağabeyine öfkeyle bakmaktadır. Aslında bu, bir ailenin değil, bir toplumun çöküntüsüdür. Sorumlusu da Meftun Beyin benzerlerini de içine alan alafrangalık merakıdır.

Şıpsevdi’deki alafrangalığın eleştirisi Hüseyin Rahmi’nin belli başlı konularından, özellikle popülist romancılığının Ahmet Mithat Efendi’den devraldığı en göze batan malzemelerinden biridir. İlk romanı Şık ve Şıpsevdi arasındaki konu yakınlığı dikkate değer. Şık’ta da Meftun Beyden biraz daha fakir bir çevrede ve aynı güç şartlar altında yaşayan bir Şatırzâde Şöhret vardır. Bu ikisinin arasındabir de Recaizâde Ekrem’in Araba Sevdası yazılıp yayınlanmıştır.

Mithat Paşa ve yetiştirdiklerinin nasıl birer Meftun Bey olduğunu bilmeyen yoktur. Kimilerinin Meftun Bey gibi içinden çıktığı çevre tarafından kapı dışı edilmemek için ne köklü tedbirler aldıklarını, ne tür kanunlar çıkardıklarını ve “milli şef” gibi benzerine ancak diktatörlüklerde rastlanacak biçimde, çevrelerine korku saldıklarını herkes biliyor. Çirkin ve abûs çehrelerini halkın sevgilisi yapabilmek için ayran kabartıcı sözler ve kandil tebrikleriyle sokaktaki adamın aklını çelmeyi de bilirler. Komşu konak sahibi Kasım Efendileri kandırarak bol keseden yaptıkları masrafları ve alafranga maskaralıkların faturasını ödetebileceklerine, durumu kurtaracaklarına ait umutları büyüktür. Hepsinin de Mustafa Reşit Paşa’nınkine benzer yabancı akıl hocaları vardır. Yapacakları “Tanzimat”ın ilkelerini dikte ettirerek; “gerisini kendisine bırakmasını” söyleyen akıl hocalarının niyetlerinden o kadar emindirler.

Sonuç genellikle birer faciadır. Sürekli yenilendiği, biri bittikten sonra benzeri sahnelendiği için de hiçbir orijinalitesi olmayan, bütün müslüman ülkelerde uygulanabilme imkânı bulan bu oyunun mecburî seyircileri ve zoraki oyuncularının isteksizliği ile traji-komik bir görünüm ortaya koyduğu açıktır. Senaryo ve mizansen hep başkaları tarafından hazırlanıyor, yine başkaları tarafından sahneleniyor. Ahmet Vefik Paşa bile Moliére adaptelerinde bunlardan daha fazla hesaba katıyordu mahallî şartları. Meselâ bir karı-koca-aşık üçgenini anlatan George Danden adlı piyesini Türkçe’ye uygularken, bizde zina yasak ve çirkindir, diyerek kişileri Rum ve Ermeni tipleri haline getiriyordu ve adını da Yorgaki Dandini yapıyordu. Yani en basit hakikati, müslüman mahallesinde salyangoz satmanın abesliğini biliyordu. Fakat bundan daha abes olanı da hergün satılan salyangozun neden sonra müslüman mahallesinde de alıcı bulmasıdır.

Ya bütün bu olup bitenlerde Kasım Efendilerin hiç mi suçu yok Gözlerini belertip bir türlü bellerine oturmayan kuşaklarını sallayarak dolaşan, indî tefsirlerle her türlü ihtiyacı kökten reddeden, eşya ve hadiselerdeki değişimi görmemek için bütün kepenklerini kapattığı bir konakta köhneyen, gencecik çocuklarının Meftun Beylerin elinde ne hale geldiğini görmeden bencil ve nefsani hayatını sürdüren Kasım Efendilerden ne zaman hesap sorulacak Öz kızı Edibe’nin, ağabeyinin ölümünden babasını suçlu görmesi yeterli mi Ya Meftun’un kardeşi Raci’nin acısı, babasının ölümünden sonra ağabeyinin elinde çöküp gitmenin eşiğine gelen konağın durumu, dört yaşlarında yetim ve öksüz kalan Hasene’nin geleceği ne olacaktır

Hüseyin Rahmi de, başkaları da bu soruların cevabını vermez. Meftun annesi tarafından geldiği yere, Paris’e yeniden gönderilir. Ya öteki Meftun Beyler ne zamana kadar bu toplumun başına bela olmaya devam edecekler ..

Türk Romanında Gelenekleşmiş Modeller

Hüseyin Rahmi de Reşat Nuri ve Yakup Kadri gibi buna benzer kimi eserlerinde üzerinde durup düşüneceğimiz bir malzeme yığını, yaşadıkları hayattan birtakım kesitler ortaya koymuşlar, romancı yaklaşımıyla bazı sosyal problemleri ile almışlardır. Yazarları değilse bile eserleri benzeri çalışmalar için çıkış noktası olabilir.

Bu kesit üzerinde durup düşünmek, Meftun Bey, Efruz Bey, Kiralık Konak ve Yaprak Dökümü gibi, yazarlarının dünya görüşlerindeki sakatlığa rağmen pek çok gerçeği gözönüne seren eserleri irdelemek de herhalde başkalarına düşüyor.

İntibah romanındaki Ali Bey ve Mâhpeyker adlı kahramanlarıyla Namık Kemal bu toplumun aile yapısını zorlayan şımarık ve tecrübesiz gençle âşık olduğu ahlak yoksulu kadın konusunu ilk kez aydın çevrelerde ele almıştır: Batılı etkiler taşıyan bu ilk roman örneklerimizden birinin yazı geleneğimizdeki hareket noktasına baktığımızda, Hançerli Hanım gibi IV. Murat dönemi halk hikâyesini görüyoruz. Aşk bu toplumda çok önemli konu, ama bunun çözülme dönemlerindeki tezahürü oldukça farklı. Aşk-ı Memnu bu ilk örneği aile içindeki bozulmaya kadar getirir. Şıpsevdi ise, yalnız Hüseyin Rahmi’nin kahramanı değil, Ömer Seyfettin’in Efruz Bey adlı şarlatanına kadar pek çok tipin edebiyattaki örneklerinden biridir. Aziz Nesin’in çarpık tipleri ise, belki olduklarından daha fazla çarpıtılmışlardır, ama yine de bu toplumdan alınmış, sonra da toplumun suratına çarpılmış garabet örnekleridir. Zübük, bu bakımdan aldığı reylere ihanet eden, ama halkını ve temsil ettiği insanları bezdirerek ve kandırarak ilerleyen politikacı tipinin yalnız bize özgü garip bir örneğidir. Bir yerden sonra bu tür eleştiriyel romanlar, toplumda örnek alınarak kurnazca taklide yol açıyor. Rifat Igaz’ın Hababam Sınıfı, böylesine tipik bir örnektir. Ele aldığı öğrenci yaramazlığına pirim veren eğitim eleştirisi, otuz yıl içinde eğitimin iyileştirilmesi yolunda hiçbir katkı sağlayamazken, sahneler ve filmler aracılığıyla orta öğretim gençliğinin daha da yozlaşmasına yol açmıştır.

Şıpsevdi ise Hüseyin Rahmi’nin başarılı tiplemesiyle son dönem Osmanlı hayatının İstanbul konaklarında olup biten çöküntülerden bir örneği sergiler. Paris’te okumuş olan Meftun Bey, ailesinin sıkıntılarına kendince çareler bulmaya çalışırken, cimri kayınpederle hazır yiyici çevre arasında olmadık yalanlar söyler, senaryolar hazırlar. Ama hiç birisi ne sıkıntılara çare olur, ne de kimseye hayrı dokunur. Geldiği gibi Paris’e döner.