Dünyada bizdekinden daha az eğitim takvimi olan ülke

bulunmadığını söylüyorlar. Herkes üç ay yaz tatilinde çocuklarına ya

kendilerine göre bir terbiye veriyor yahut da sokağın ve arkadaşlarının keyfi

tavırlarına bırakmış oluyor. Bu da aslında çocuğu kaybetmek anlamına geliyor.

Kitap okumaya alıştırabildiğimiz çocuklarımızı kazanmış; okuma alışkanlığı

edinememiş çocukları da birçok bakımdan kaybetmiş oluyoruz.

Okumak, dünyaya başkalarının gözüyle bakmayı denemektir;

insanı ve kâinatı keşfetmek çabasıdır. Okumak, düşünmeye ön hazırlıktır,

insanın ufkunu genişletmek için yaptığı en aktif faaliyettir.

Okumak, aydınlanma ve çevresinde olup bitenleri sorgulama

gayretidir; entelektüel bir ihtiyaçtır. Kur an, adı bile okumakla ilgili olan

bu kutsal kitap, ümmî bir Peygamber e inerken, Cebrail in getirdiği ilk âyet

İkra yani oku emri olur: Oku!... Seni bir kan pıhtısından yaratan Rabbinin

adıyla oku!

Bu âyet, Kur an âyetlerine olduğu kadar kâinatta

görebildiğimiz her şeye işaret etmektedir. Kitap okunduğu gibi kâinat da

okunabilir. Allah insanlardan bunu istemektedir. Akletmiyor musunuz, düşünmez

misiniz gibi ifadelerle Kur an bize seslenirken, esâtîr-i evvelîn yani

eskilerin masalları zannedilen olayları, kıssaları ve öğütleri yeniden anlatır.

Nazım ve nesir türlerinin üstünde, hem anlatı, hem din ve düşünce içeren bu

kitabı anlamak için, onu anlayacak zihinsel donanıma sahip olmak gerekir.

Okuma Alışkanlığı Ve Tatil Kitapları

Kültür Bakanlarından biri, yıllar önce, benim de üzerinde

çok durduğum şöyle bir söz söylemişti: Kendi klasiklerini okuyamayan aydın,

yalnız bizim ülkemizde bulunabilir.

Bunu bir Kültür Bakanı nın söylemesi önemlidir. Bu söz,

ülkemizdeki yazarların neden yeterince okunmadığını çok açık bir biçimde

değerlendirmektedir. Kendinden önceki metinlerden habersiz olan yazarların,

başkaları tarafından okunmak istekleri gerçekten anlamsız...

Gençlerin okuma alışkanlığı kazanamamasının pek çok

sebebi var: Gençlerin okuyacağı kaynaklara ulaşamaması, kültür hayatımızdaki

parçalanmışlık ve okuma çabasına ihtiyaç bırakmayan testlerle bozulmuş eğitim

sisteminin çarpıklıkları... Bunlara ilâve edilecek daha pek çok husus var. Ama

şunların da okumanın yaygınlaştırılmasını önleyen ikinci derecede etkenler

olarak sıralanması gerekir: Gazetelerin düzenlediği yanlış promosyonlar,

medyatik çarpıklıklarla televizyonun kötü kullanımı ve toplumu yabancı dillerin

istilâsına uğramış tabela okuyucusu haline getiren, yarı aydın yetiştiren

yabancı dille eğitimler... Aileler bütün bunları dikkate alarak çocuklarının

eğitimiyle bizzat ilgilenmelidir.

Milli Eğitim Bakanlığı nın ilk ve ortaöğretim için

hazırladığı 100 Büyük Eser listeleri, Türkçe ve Edebiyat derslerinde yardımcı

kitap olarak okunacak veya ödev verilecek kitapları belirlediği kadar

tatillerde okunabilecek metinleri de tavsiye niteliğindedir. Bunların arasından

gençlerin seçeceği kitapları tatilde okumaları, tatili de anlamlı bir boş zaman

değerlendirmesine dönüştürebilir.

Yaz ayları her şeyin bir yana atıldığı boş zaman değil,

başka meşgalelerle kendini geliştirme imkânıdır. Bu anlamda yazın kitap okuma,

gençlerin kendini yetiştirmeleri için en verimli imkânıdır.

Geç De Olsa Kur an Kursu Sınırlaması Kalktı

28 Şubat darbesi ürünlerinden biri olan Kur an kurslarına

giden çocuklara 12 yaş sınırı getiren uygulama geç de olsa çok şükür sona erdi.

Bu tarihe kadar bizim çocuklarımız ve torunlarımız da daha önceki dönemlerde

CHP nin tek parti olarak yönettiği günlerde olduğu gibi, 12 yaşından küçük ise,

yine dinini ancak gizli gizli öğrenebilir haldeydi. Ne kadar talihsiz bir tarih

tekrarıdır bu Kim bundan memnundu ki

Bu hususa dikkatle baktığınız zaman gördüğümüz şudur:

Çocuklarımız Lozan Anlaşması ile korunan Hıristiyan-Yahudi çocuklarının sahip

olduğu küçük yaşta dinlerini öğrenme haklarından mahrum bırakıldılar. Yaz

döneminde ilkokul beşi bitirmiş çocuklara verilen bu hakkın daha küçüklerden

sakınılmasını günümüzde ve tarihte hiçbir medeni toplumda göremezsiniz.

İlk çağlardan beri her çocuk, ailesinin gerekli gördüğü

sosyal ve dini bilgileri görür, bu bir medeni ihtiyaçtır. Atina bu anlamda her

şeyini yazıya geçirmiş bir toplum olarak ortadadır. Bunun tersini aynı çağlarda

Eski Yunan site devletlerinden biri olan Sparta toplumunda görüyoruz; sanki

burada devlet toplumun çocuklarını aileye bırakma konusunu kabul etmeyen,

totaliter bir tavrın sahibidir.

Her şeyden önce yaratılış amacını bilerek sevgiyle

eğitilmesi ve ahlâkî değerlerle donatılması gereken çocukların daha küçük

yaşlarda dünyada benzeri olmayan tuhaf bir yasakla karşı karşıya gelmesi onu

şaşırtacaktır. Yaratıcısını ve onun emirlerini öğrenme konusunda, ailesinin

bile müdahale edemeyeceği kadar güçlü totaliter bir kurumun, akıl almaz

yönlendirmesi ile eğitilecek çocuğun şuur altına korku yerleşecektir.

Bu topluma hizmeti değil, onu dokunulmaz yasalar ve

yasaklardan oluşan paranoyak bir anlayışla yönetmeyi kendine ilke edinen bir

bürokratik zihniyetin medeni bir hayat tarzına her fırsatta müdahale etmesi,

gerçekten de kabul edilebilir bir tutum değildir. Hem İslâmiyete, hem de AB

kriterleri ne aykırı olan bu müdahaleci tavra tarihin hiçbir döneminde Türk devletleri

tevessül etmemiş, o yüzden de kurdukları devletler yüzlerce yıl ayakta kalmış,

devlet başkanı olanlar her zaman saygı görmüşlerdir. Çünkü saygın olmak

isteyen, başkalarına saygı duyar...

Her bakımdan çocuğunu iyi yetiştirmek zorunda olduğunu

bilen aileler, camilerin çevresinde verilen kurslara gerçekten ilgi duyuyorlar.

Çocuklarımıza Dinimizi Öğreniyoruz adlı üç kitaplık seti hazırlayan Diyanet

İşleri Başkanlığı na bunun için teşekkür ediyoruz.

Bunun dışında Diyanet e ciddi yük getirmeyen yaz kurslarında

çocuklarımıza Kur an ve İslâm tarihi ile siyer ve ilâhiler öğretilemezse, bunun

vebali bütün topluma yüklenir. Bu da sağlanamazsa, yeni yetişen nesillerin

aileleriyle bağı kopmazsa bile sağlıklı bir ilişkisi olmaz.

Çok şükür bunu engelleyen tavırdan kurtulduk ve

yavrularımız artık serbestçe dinî bilgilere ve yaşantıya dair görgüye tekrar

sahip olabiliyorlar. Kimse okul çağından küçük yaşta olan çocukların ağabey ve

ablaları gibi hurufatı veya sureleri eksiksiz olarak bilmesini beklemiyor veya

camideki görevlilerden böyle bir talepte de bulunmuyor ama ağaç yaşken eğilir

unutmayalım.

Çocuklarımızın daha körpecik zihinlerini iyilik, ahlâk,

erdem gibi güzelliklerle biz süsleyemezsek, o tertemiz sayfayı sokak ve alt

kültür, yani cehalet kirletir. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda din

görevlilerimiz yaz Kur an kurslarında okul çağındaki çocuklarımıza ezberlemenin

ötesinde öğrendiklerini hayatında uygulama amacını aşılayabilir, miniklere de

camiyi sevdirebilirse bile yeterlidir. Temel sağlam olursa ötesinden endişe

etmeye gerek yoktur kanaatimce. Su akar yolunu bulur