Bütün sevgilerin, dostlukların söylenmesi gerektiğini -çok önemli bir vecize halinde- ilk olarak Fethi Gemuhluoğlu’ndan duymuş ve benimsemiştim. O yüzden de yazı hayatımda tenkidi değil, daha çok tebliği ve sevdiklerimi öne çıkarmayı tercih etmişimdir. Yoksa tenkit edilecek o kadar çok şey var ki dünyada, bunları saymak ve onlarla baş etmek imkânsız gibidir. Bu yüzden rahmetli Ekrem Ocaklı da şairi meçhul şu beyti sık tekrar ederdi:
“Biz muhibb-i kameriz, devr-i kamerden söyle”...
Kim neyin dostuysa ondan söz eder elbette; dervişin fikri neyse zikri odur derler ya... Dostlukları kurmak kadar korumak ve sürdürmek de önemlidir. Bunun için zaman ister, emek ister. Dostlukların sözden öze geçmesi için ruh akrabalığı ve gönül beraberliği lazım. Bunlar da kolay bulunmuyor. O yüzden dostlukların bir kısmı kısa ömürlü oluyor... Yazarlarla okuyucularının buluşma yerleri eskiden kabul evleri, kitabevleri, yayın ve üniversite çevresindeki kahve ve kıraathanelerdi. Çok daha eskiden semai kahvelerinde âşıklar buluşur, karşılıklı şiirler söyleyip saz eşliğinde yeni ezgilerini dile getirirlermiş… Tabii bir de tekke ve zâviyelerde toplanarak zikir yapanlar, zikir öncesinde veya sonrasında şiirler, ilâhiler okuyanlar da varmış… Bütün bunlar artık kültür tarihimize ait hatıralar olarak kaldı.
Marmara Kıraathanesi Dostlukları
Bugün okur-yazarların buluşma yerleri haline gelen fuarlarla konferans salonları, bulunmaz sohbet mekânları gibidir. Televizyon kanalları yüzünden misafirliklerin bile anlamı kalmayan evlerde ne kadar kitap okunduğu şüpheli. Bu ortamda okur-yazarların böyle imkân ve fırsatların kadrini bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü 28 Şubat’tan sonra kışlaya döndürülen üniversitelerin çok azında fikir hürriyetinden söz edilebilir. Farklı görüşlere tahammülün kalmadığı, fikir hürriyetinin yok edildiği yerlerde ilmî çalışmaların da içi boşaltılmış olur. Bugün üniversite hocalarının pek çoğu eski lise hocalarından daha rahatsız.
Böyle dönemlerde “üçüncü mekân” denilen ev ve iş yerleri dışındaki dernek ve sohbet imkânı olan kıraathanelerin çok büyük önemi var. Buralarda sözü sohbeti dinlenecek insanlar olmazsa, konuşmalar vakit kaybından öteye bir anlam ifade etmez. O yüzden bir devrin Küllük, Meserret ve Marmara Kıraathanesi gibi akademisyenlerle gazetecilerin devam ettiği mekânların özlemini çekenler çok. Buralarda buluşan insanların hasbî sohbetleri unutulamaz. Özellikle o dönemde Necip Fazıl, Ziya Nur, Sezai Karakoç ve Erol Güngör’ün sohbetleri...
27 Mayıs’tan sonraki fikir hareketlerinin canlandığı bir dönemde, her fikirden insanın İstanbul Üniversitesi’nin karşısındaki Marmara Kıraathanesi’nde buluşup konuşmaları gerçekten önemlidir. Bugün bir iş hanına dönüşen kıraathanede, pek çok akademisyen ile fikir ve sanat adamının memleketin sosyal, kültürel ve aktüel meselelerini farklı açılardan tartışmaları, pek çok aydınla öğrencinin resmi ideoloji dışında farklı bir perspektif kazanmasına yol açmıştır.
Mehmed Niyazi, yukarıda adını andığımız şahsiyetlerin 1970’li yıllarda Marmara’da yaptığı sohbetleri, 1980’den sonra başka mekânlarda sürdürmektedir. Politikadan arındırılmış gençliğin sohbet ve tartışmaları hasretle beklediği bir dönemde Mehmed Niyazi’nin babacan tavırlarla millî değerlere vurgu yapan vefalı konuşmaları birden çok nesli besledi. Özellikle 27 Mayıs sonrasında Kemalist Sola karşı dinî ve milli değerleri savunan şahsiyetlerin hepsini ortak yönleriyle benimseyip anlatışı, ona karşı geniş bir sempati topladı; bu da güzel oldu...
Yalnız büyük şahsiyetleri değil, Filozof Cemal ve Hilmi Oflaz gibi hayatlarını Marmara çevresinde geçirdiği için unutamadığımız insanları da önemseyen bir vefa duygusuyla anmaya çalışan Mehmed Niyazi, herkesin çeşitli bahanelerle ihmal ettiği dostluğu yaşatıyor. O yüzden de hepimiz için tek tek vazife olan işleri yalnız başına üstlenip sürdürdüğü için herkesin takdirini kazanıyor. Bu yıllarda Dinî Yayınlar Fuarı’nı gezmeye giderken en çok onu aradım.
Marmara Kıraathanesi kapatıldıktan sonra onun havasını belli çevrelerde sürdürmeye çalışan, üniversiteli gençlere yön vermeye çalışan Mehmed Niyazi’nin kadrini iyi bilmeliyiz. Tiyatro sahneleyemediğinde Marmara’da oturan Hasan Nail Canat’ı da rahmetle analım... Çünkü son yıllarda Anadolu yollarına düşerek gençlerimizle yüz yüze ilgilenen bunlar oldu.
Pek çok bakımdan Marmara, nostaljik anılarla kadri bilinmiş dostlukları hatırlatıyor…
Sevgi Ve Dostlukların Ölçüsü
Sevginin anlamını çok zaman düşünmüşümdür. İnsanoğlu kendisinden başkasını niçin sever Bu sevgi çoğu zaman neden bir ihtiyaç halindedir Sevginin iyimserliğin, fedakârlığın belirtisi olurken; sevgisizliğin, kötümserliğin, bencilliğin sebebi olduğunu nasıl açıklayabilirsiniz
Sevginin de hayatımızla ilgili birçok şey gibi mutlaka bir anlamı olmalı. Bu anlam, akılla açıklanamazsa da mutlaka yaratılış hikmetimize bağlı bir espri taşımalıdır. Bunu “Allah için seviniz, Allah için buğz ediniz!” ölçüsü çok iyi ifade eder. Yani sevmek, insanda yaratılıştan vardır da bu sevginin Allah rızasını ölçü alan biçimde yönlendirilmiş olması makbûldür.
Bütün güzel sanatlar bu sevginin çeşitli varlıklarda yansımasından başka bir şey midir Şiir neden en çok sevilenin ifadesi olduğu zaman güzeldir Niçin herkes birbirinden başka türlü sevdiği halde değişik sevgileri anlatan aşk şiirlerinden hoşlanırız Bütün ihtiraslar aşırılığından ötürü kötülendiği halde sevginin ihtiras haline gelmiş, yani aşırılaşmış şekil olan “aşk”a bunca övgü nedendir Biz bile şu anda aşka övgü yazmakta değil miyiz
Sevginin bizi getirdiği başka çerçeve de dostluktur. Bunu hiç bir menfaat ilişkisiyle kirlenmemiş bir insanî ilişki olarak düşünmek ve Âdem’le Havva’nın Cennet’teki yakınlıklarından bize gelen miras olarak değerlendiren bazı mutasavvıfların haklılığını belirtmek gerekir. Allah için dostluk menfaat ilişkisine bağlı değildir ve dostluğa böylesi bir koku sinmişse, bir gün mutlaka ortaya çıkacak sürtüşme ile kırgınlık başlar.
Dostluğun sevgiyle oluştuğunu, saf tutmak gerektiğini söyleyen kişilerin hep Allah rızasını hedef edindiklerini gözden uzak tutmamalı. Allah için sevmekle Allah için buğz etmek, elden geldiğince gerçekleştirilebilirse, nice dostlukların kaynağı olur. Yarı batılılaşmış, sanayileşmenin nimetlerinden çok zilletlerine mahkûm olmuş toplumumuzda en çok ihtiyacı hissedilen şey budur. Çöküntünün eşiğinde elimizden ancak o tutar.
Evet, sevgi ve dostlukların kadrini bilmek için en temel ölçü, tamamıyla Allah rızasıdır.
Not: Son günlerde yaşamakta olduğum sağlık sıkıntıları nedeniyle hastanede bulunduğum sırada zahmet edip beni arayan ve ziyaret etme nezaket ve vefasını gösteren çok kıymetli dostlarıma, benim için dua eden ruh akrabalarıma teşekkür eder, Allah’ın bana ve tüm Müslümanlara sağlık ve afiyet vermesini dilerim.