Milli Mücadele boyunca Mehmet Âkif bu toplumun pek çok millî, insanî ve İslâmî değerinin sözcüsü olmuştur. Onun bütün şiirlerini toplayan Safahat adlı kitabının bu milletin kütüphanesinde çok farklı bir yeri vardır. O yüzden de her nesil Safahat’ı yeniden okur. Çünkü Safahat’ın yedi kitaptan oluşan bölümleri, bu milletin günlük hayatını, dertlerini ve ideallerini anlatır.

M. Ertuğrul Düzdağ’ın Âkif’in bütün şiirlerini ve kaynaklarını gözden geçirdikten sonra Safahat’ı yeni bir düzenleme ile yayınlaması, sağlıklı bir metne kavuşmamıza yardımcı olmuştur. Sonraki yıllarda da Safahat’ın hep bu yayını örnek alınmıştır.

Ölümünden 70 yıl geçtikten sonra çok farklı Safahat yayınları ortaya çıktı. Özellikle de sadeleştirilmesi eğitimciler için kaçınılmaz göründü. Hâlbuki bir şiirin aynı dille de olsa başka kelimelerle ifadesi yeni bir şiir ortaya çıkarır. A. Vahap Akbaş dostumuzun yaptığı gibi orijinali ile sadeleşmiş metinleri karşılıklı sayfalarda yayınlama çabası bir mukayese imkânı verebildiği için yararlı, ama Refik Durbaş’ın yaptığı gibi aslına yer vermeden sadeleştirilmiş metni Safahat diye sunma çabası çok tuhaf.

ÂKİF’İN ŞİİR DİLİ VE ÜSLÛBU

Âkif’in şiir dilindeki kelimelerin kullananların seviyesini yansıtması, onun dilimizi sadeleştirme ve yazı dilimizi zenginleştirme çabasını göstermesi bakımından çok önemli. Bugün bilinmeyen kelimeleri aynı sayfada açıklamaya çalışırken, günümüzün en önemli kültür meselesinin dilin tahribi olduğunu fark ettik.

Osmanlı’dan sonra Türkiye’yi kurabilen milletin kültür tarihinde bu kitabın vazgeçilmez bir yeri vardır. Yalnız anlatılan şeyler açısından değil, dil ve edebiyatımızın yeniden oluşmasında, 20. yüzyılın başında eser veren şahsiyetlerden Ömer Seyfeddin ve Yahya Kemal gibi Mehmet Âkif de önemli bir yere sahiptir.

Mehmet Âkif, yalnız şair değil, aynı zamanda bir mütefekkirdir. Düşündüğü gibi yaşamak için fedakârlıklar yaptığı için, karakterine güvenilen örnek bir şahsiyet olarak bilinir. Elbette lirik, epik ve sembolik metinlerin yer aldığı bu kitaptaki şiirlerin de şairi gibi kendine özgü nitelikleri var. Çünkü Âkif, hayatı ile sanat görüşü ve eserleri bütünleşebilen nadir şahsiyetlerdendir. “İstiklâl Marşı şairi” olarak da tanınan Âkif’in şiirleri iyi okunmalıdır.

SANAT ANLAYIŞI VE ESERLERİ

Şi’r için “göz yaşı” derler; onu bilemem, yalnız,

Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

Şiirleri hakkında Safahat’ın önsözünde bunları söyleyen ve “tasannu” bilmediğini ifade eden şairimizin, Edebiyat adlı yazısında vatanı olduğuna inandığı edebiyattan çok şey beklediği ve Namık Kemal gibi ona sosyal bir misyon yüklediği görülüyor. “Sâde yazmak bizim için asıldır” derken, sanatkârız diye meydana çıkanların birçoğunu “âdi birer simsâr” bulduğunu da ifade etmekten çekinmiyor. Ayrıca Tenkid adlı yazısındaki şu görüşleri de dikkate değer: “... edebiyattaki düsturların pek çoğu hukûk-ı düvel kâideleri gibidir: Yalnız, zavallı yazıcılar hakkında tatbik olunur. Yoksa kalemine güvenen o kâideyi yırtıp öte tarafına geçer de kimse sesini bile çıkaramaz!” Görüldüğü gibi, şairimiz edebiyatın meslek sırlarını iyi biliyor...

Şairimizi Tanzimat sonrası edebiyatı içinde değerlendirmek gerekir, ama bunların pek çoğundan farklıdır. Özellikle nazım dili ve gerçekçilik bakımından etkisinde kaldığı, ama inanç ve medeniyet değerleri bakımından karşısında olduğu Servet-i Fünûn şair ve yazarlarıyla karşılaştırıldığında, Mehmet Âkif’in hayatın ve toplumun içinde olduğunu görüyoruz.

Âkif’in benimsediği sanat telâkkisi, ehl-i tarik bir âlim ve fâzıl bir şahsiyet olan babasından aldığı sağlam kültür, ahlâk ve İslâm inancıyla sağlam bir karakterin bileşmesinden oluşan müstesna bir kimlik ortaya koydu ve bu kimlik eserlerine de yansıdı. O devrin pek çok sanatçısı ve kültür adamı, Âkif’in yaşadığı hayatta sergilediği ahlâk ile sanatı arasındaki bütünlüğün hayranı olmuş, dünya görüşünü benimsemeden de onu takdir etmiştir.

İkinci Meşrutiyet’ten sonra yayınladığı şiirlerin çoğu 1908’den önce yazılmıştır. Dergilerde yayınlanan bu şiirlerin bir kısmı Safahat adıyla kitaplaşınca, çok büyük bir ilgi görür.

1908 yılında Ebulûla Mardin ve Eşref Edib gibi şahsiyetlerin öncülüğünde çıkan ve Âkif’in İslâmcı arkadaşlarıyla yazılar yayınladıkları Sırat-ı Müstakim dergisi, dört yıl boyunca “din, felsefe, edebiyat, hukuk ve ulûm”dan söz eder. Bu dergi 1912’den itibaren Eşref Edip tarafından Sebilürreşad adıyla yayınlanmaya başlar. Eşref Edib’in sahibi olduğu bu derginin başyazarı Mehmet Âkif’tir ve Safahat’taki şiirlerin büyük çoğunluğu bu dergilerde yayınlanır.

Balkan Savaşı’ndan sonra yaşanan büyük felâketler karşısında susan veya seyirci kalan, bazen de halkın ve gençliğin umudunu kıracak biçimde karamsar eserler yazan, alafranga telâkkilere bağlı edebiyat adamlarının tersi bir tavırla, Mehmet Âkif toplumun her derdiyle ilgilenir. Servet-i Fünûn ve onların devamı olan Fecr-i Âti topluluğuna şiddetle karşı çıkan Ömer Seyfeddin gibi bu milletin tarihî ve kültürel değerleriyle dinî inanışlarına bağlanır, onları öne çıkaran şiirler ve yazılar yazar. Böylece topluma hizmeti temel sanat telâkkisiyle birleştirir. 

DÜNYANIN EN USTALIKLI YAZILMIŞ MARŞI

İstiklâl Marşı yarışmasına para ödülü verildiği için katılmayan Mehmet Âkif’i ikna işi, Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi’ye düşmüş, o da ancak para ödülü verilmemesi şartıyla kabul ettirebilmişti. Tâceddin Dergâhı’nda yazılan şiir, 1 Mart 1921 günü Meclis’te ayakta dinleyen milletvekillerinin önünde okunduktan sonra 12 Mart’ta İstiklâl Marşı olarak resmen kabul edilmiştir. Marş için tahsis edilen para Âkif’e ödenmeye teşebbüs edilince, o da bunu Dârü’l Mesâî adlı bir hayır kuruluşunda “fakir İslâm kadın ve çocuklarına” harcamalarını istemiştir.

“Kahraman ordumuza” ithaf ettiği İstiklâl Marşı karşılığında para ödülünü almayı reddeden Âkif, şiirlerini toplayan kitabına da bu marşı almamıştır. Hâlbuki İstiklâl Marşı, dünyadaki millî marşlar arasında benzersiz niteliklere sahiptir. Çünkü böyle usta bir şair elinden çıkmış, bu kadar tanınmış İstiklâl Marşı dünyada yok. O yüzden bu marşı, benzeri duyguları anlatan Cenk Şarkısı ve Ordunun Duası adlı şiirlerle birlikte kitabın arkasına koyduk.

Berlin Hatıraları’nın Eksik Mısraları da her defasında tuhaf bir engelle kitabın ilgili bölümünde yer alamamıştı; şiiri bütünleştirmek amacıyla bu kitapta ona da yer verdik. Çünkü bu mısraların olmadığı bir Safahat, gerçekten Mehmet Âkif’in görüşlerini hakkıyla ifade edemez. Şark’ın Yegâne Dâhî-i San’atına adlı, Şerif Muhiddin Targan’ı anlatan şiirini de, bazı yönleriyle Mehmet Âkif’in de iç dünyasını anlattığını düşünerek kitaba aldık. Sonraki üç kıtada da Mehmet Âkif’in ağzından kendisini çok iyi ifade eden mısralar var. Biraz hayıflanma, biraz serzeniş gibi…

Safahat’ın yeni nesiller tarafından anlaşılabilmesi için bugün bilinmeyen kelimeleri şiirlerin altında açıklamaya çalıştık. Böylece Safahat’ı okuyanların kelimelere takılmalarını önleyerek şiirleri daha kolay anlamalarına yardımcı olmak istedik.

Bu vesileyle eserinin yeni nesiller tarafından anlaşılarak okunmasına hizmet ettiğimize inandığımız Âkif’e rahmetler diliyoruz.