Türkiye’de tek partili dönemden çok partili geçiş dönemine yaşadığımız demokrasi tecrübesi tam manasıyla “Cinnet tarihi” olarak adlandırılabilir. Demokrat Parti’nin “Yeter Söz Milletin” sloganıyla iktidara geldiği seçimlerden sonra 27 Mayıs’ta yapılan hain darbe sonrasında, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan dar ağacına gönderildi. Çok sayıda DP'li hapis cezasına çarptırıldı ve haklarında siyasi yasak getirildi. Maalesef demokrasi serüvenimizde militarist iradenin nefesi “demoklesin kılıcı” gibi sürekli hep toplumun ensesinde oldu. Kendilerini bu memleketin tek sahibi gören militarist irade, yanlarına bürokratik yağdanlıkları da alarak iki kez darbe yaptı, bir çok kez muhtıra girişiminde bulundu, bir kez de post modern bir darbeye tevessül etti. Devlet içindeki FETÖ yapılanmasının 15 Temmuz’da yapmaya çalıştığı kalkışma üzerimize bir karabasan gibi çöktü.
Türkiye’de iktidar mücadelesinde, siyasi partiler hep kendilerine sunulan sınırlı alanda çaba gösterdi, daha çok demokrasi talepleri “Derin devletin” gayya kuyularında yankılanan boş hevesler olarak tarihe not düşüldü.
Toplumun algılarını değiştirmek, yönlendirmek ve kendi menfaat alanlarını tahkim etmek için yayın yapan medya organları da, derin devletin arzularına hep boyun eğdi, her dönemde demokrasinin ayaklar altına alındığı süreçlerde sustu; hatta bu süreçlere açıkça destek verdi, militarist iradenin borazanı olmayı kendilerine rol biçti.
Türkiye’nin yönetimini gizli bir şekilde sürdüren, var olan iktidara biçim vermeye çalışan, insanların zihinlerini de bu algı etrafında şekillendiren yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelen arızalı medya anlayışı oldu. Medya, bir bakıma derin devletin sesi soluğu olarak, kendisine menfaat devşirmek adına her türlü kötülüğe “eyvallah” çeken bir yapı olarak karşımızda duruyor.
Basın, genetik olarak uhalif olması gerekir… Zira, devlet yönetiminde aksayan zincirin parçalarını görmesi ve yapılan yanlışlıkları, aksaklıkları lisanı münasiple devlet aygıtını yönetenlere aktarması gerekir. Ama, 28 Şubat’ta gördük ki, medya kendi arzuladıkları bir dünya görüşünü seslendirmeyenleri, alaşağı edebilmek için demokrasinin tüm kurallarını yerle bir etti. Bu hain, meşum süreçte, medya ile birlikte hareket eden yargı, militarist irade ve 5’li çete olarak adlandıracağımız yapılanma, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en başarılı hükümeti Cennetmekan Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın hükümetini alaşağı edebilmek için canını dişine taktı.
O dönemde her gece Fadime-Emire-Müslüm haberleri yapan, televizyon ekranlarından çemkiren Reha Muhtar’ı, hükümete ayar vermek için FETÖ elebaşından beyanat alan basın kuruluşlarını asla ve asla unutmayacağız. 28 Şubat sürecinde medyanın, sivil siyasetin, sivil toplum örgütlerinin, işadamı gruplarının fonksiyonlarını doğru şekilde analiz etmek ve demokrasimizin aksayan yönlerine ilişkin güçlendirme ve tahkim sürecine girmek zaruri.
Türkiye’nin en başarılı hükümeti Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki Refahyol’u bitiren bu süreçten sonra işbaşına gelen hükümet memleketi enkaza döndürdü. Bu travmanın izlerini sürdüğümüzde taa 15 Temmuz tarihine gideriz… İçinizden 28 Şubat farklı, 15 Temmuz farklıdır diyenler çıkacak. Böyle bir şey yok!
Zira, demokrasimizin inkitaya uğradığı her dönemin, her olayın sonuç olarak iktidar gücünü elinde tutmak isteyenlerin karanlık düşüncelerinden kaynaklandığını itiraf etmek zorundayız.
Türkiye, çok büyük badireler atlatarak bu noktaya geldi. Maalesef ülke insanımızın hafızası, balık hafızası. Türkiye’de gündem 24 saat içinde sürekli değiştiği için demokrasi tarihimize ilişkin hiçbir şeyi hatırlamıyoruz. Bunları bize hatırlatmak zorunda olanlar da insanımızın hafızasının sürekli dinç ve hatırlayan bir yapıda olmasını istemiyor.
Durum maalesef bu! Dün cinnet tarihimizin en karanlık sayfası 27 Mayıs’ın yıl dönümüydü. Militarist vesayetin bu hain kalkışmasını kim hatırladı? Gazetelerde, televizyonlarda geçiştirilen haberlerle balık hafızamıza not düşüldü. Biz militarist iradenin sütre gerisinde her an bir şeyler yapma hevesiyle bir şeyler yapıp yapmayacağını sorgularız! Zira bu ülkede bir gerçek, bir derin devlet olgusu hala var! Öyle değil mi?