FİLMLERDE görürdük, mafya babaları, zorla birinin malına

el koymak için imza etmekten kaçınan kişinin kafasını suya daldırıp nefessiz

bırakıyorlar. Otuz saniye sonra çırpınmaya çalışıyorlar. Boğulma durumuna

gelince çıkarıyorlar.

İlk aldığı nefes belki değil, kesinlikle dünyanın en

değerli nimetidir. Tekrar o suya batırılacağını bilen adam, imzayı atıyor ve

ebedi köleliği kabul ederek eceli gelmediği için hayatta kalıyor.

Önce mafya olan sonra uluslararası mafyalık yapabilmek

için devlet başkanlığına soyunan insanlar da aynı yolu devam ettiriyorlar.

Bütün suçları Müslüman olmak olan Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli, Nijerli,

Somali... Müslümanlar, Akdeniz in sularında boğuluyorlar. Boğulanlar

kurtuluyor, boğulmayanlar ise itile kakıla işkence hanelerin en kötüsünden daha

kötüsüne götürülüyorlar. Aldığımız nefesler bize en fazla yüz yıl hayat verir.

Sonunda biter ve imansız gidenler cehennem ateşi içinde biten zakkum ağacının

yapraklarından yeme, kendi irininde boğulma, ateşten direklere bağlanma

cezasıyla karşılaşıp ölmeden sonsuz seneler kalacaktır. Trilyon kere trilyon

kere trilyon rakamları kalınacak yılları ifade edemediğinden Rabbimiz: İnkar

edip zulmedenleri Allah afvetmemiştir ve onları doğru yola da iletmez. Ancak

ebedi olarak kalacakları cehennem yoluna iletir. Bu Allah a çok kolaydır.

(Nisa suresi ayet 169, Ahzab suresi 65, Cin suresi 23)

Müslümanlar, şu anda dünyanın en merhametli

insanlarıdırlar. Görevini aşkla yapan itfaiye erinden daha çabuk ve bilinçli

hareket etmesi gerekir. Cehennem, ev yangınları gibi de değildir.

Nefessiz kalmak gibi de değildir. Yedi milyarın İslam a

ihtiyacı havaya olan ihtiyacından fazladır. Son yüz yıl içinde Hıristiyan

Rusya nın işkencesinden kaçarak nice sınırları geçerek Almanya ya ve Amerika ya

ulaşan Tatar Müslümanları, üçüncü neslin bir çoğunluğunu kaybettiler.

22.08.2004 tarihli Zaman gazetesinde Nuriye Akman hanım

efendinin, Amerika da cenaze işlerini yapan Erhan Yıldırım isimli bir beyle

yaptığı röportajdan öğreniyoruz ki, 1900 yıllarında Polonya dan Amerika ya

göçen, Türkçe tek kelime bilmeyen, kendilerini Müslüman olarak gören insanlar,

ölülerini defnetmeden önce cenazenin başında Türkçe olarak Rabbim Allah, dinim

İslam, kitabım Kur an, peygamberim Muhammed Mustafa (sas).   Diyorlar. Okuduklarının ne anlama geldiğini

bilmiyorlar, ama dedelerinden öğrendiklerini söylüyorlar ve Osmanlıca yazılmış

bir İlmihal kitabı gösteriyorlar.

Dinini, imanını korumuş adını bilemediğim bağrı yanık bir

Müslümanın Kırım ziyaretinden sonra yazdığı şiirin bir kısmını veriyorum,

devamını İnternetten bulabilirsiniz:

CENNET VATAN YOK OLMUŞ!

Cennet Vatan deyip geldim Kırım a,

Bülbül kıskandıran bağlar yok olmuş.

Bu hali görünce gitti ağrıma,

Ölüler mezarsız, sağlar yok olmuş.

Şimdi matem tutar Kırım da dağlar,

Siyaha bürünmüş yemyeşil bağlar,

Camiler yıkılmış minare ağlar,

Ezanlarla süslü yıllar yok olmuş.

***

Camisiz çeşmesiz bu nasıl Vatan

Seni solduranlar korkmaz Allah tan.

Dua bekler benden kefensiz yatan,

Giray Han a giden yollar yok olmuş.

Mezar taşlarını söküp atmışlar,

Bayrağı sancağı çekip atmışlar,

Kitabı Kur an-ı yakıp atmışlar,

Yapmayın diyen diller yok olmuş.

***

Zincirli Medrese Veliler evi.

Şimdi eylemişler deliler evi.

Gaspıralı ağlar, yaslı yüreği.

Kitaplarla süslü raflar yok olmuş.

***

Kâfirlerin işgal ettiği yerlerde yapılanların hepsi

aynıdır. Rabbimiz haber veriyor:

Onlar yalnız Rabbimiz Allah tır dedikleri için haksız

yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah insanlardan bir kısmını (kâfirleri)

bir kısmıyla (mü minlerle) defetmeseydi, manastır-lar, kiliseler, havralar ve

içinde Allah ın ismi çokça anılan mescitler yıkılırdı. Ona yardım edene Allah

mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, galiptir. Onlara

(Müslümanlara) eğer yeryüzünde (iktidar için) bir mekân verirsek namazı

kılarlar, Zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin

sonu Allah a aittir. (Hac süresi ayet 40-41)