“Akıl, olmazların zoru içinde..
Üstüste sorular soru içinde:”
Zindandan Mehmed’eMektup’unda böyle diyor rahmetli üstad Necip Fazıl. Biz de buradan giriyoruz bu hafta yazımıza.
“Soruları çaldılar ve onları istedikleri yani ellerinin altında tuttukları çocuklara verdiler. Dolayasıyla onlar kazandı askeri liselere ve harp okullarına giriş imtihanlarını.”
Üstüste sorulardan biri şu olsun: Neden böyle yaptılar?
Çok cevabı var bu sorunun. Zeki çocuklarla başlasalardı.. Çalma fiili olmazdı en azından, diyorsunuz değil mi?
Peki zeki çocuklar bunlarla başlarlar mı? Zeki çocuklar bunların işine gelir mi? Yaşadığımız 15 Temmuz “sabahsız ihanet” katliamı, bu soruların cevabının “hayır” olduğunu göstermiştir herkese.
Dersanelerdeki eğitimleri de sahte ve yetersizmiş. Bunu da en iyi kendileri biliyormuş.
Ailesini etkiledikleri ve parasını aldıkları bir çocuğu bir imtihan kazanacak bilgiye ulaştıramıyorlarsa, tek çareleri kalıyor: çalmak.
Sorular (ç)alındı, gelindi, çocuklara verildi. Haydi bunları çözün, imtihanları kazanın mı denildi?
Hayır, malzemelerini tanıyordular. Ya da ders vermeleri gereken zamanlarda kasete kayıtlı konuşmalar dinlettiklerinden, o çocukların ne kadar geriye düştüklerini biliyordular.
Cevap şıklarını tutuşturdular ellerine.
Risk alamazlardı. Zira tezgahlarına hiç yanaşmamış öteki çocukların önlerine ancak böyle geçebileceklerdi. Başka yolu mu var?
Bütün soruları, verilen şıkları işaretleyerek tam puan alanların konumlarından, durumlarından, geldikleri ve girdikleri yerlerden, hallerinden, tavırlarından hiç soru gelmemiş ki akıllarına, rahatları bozulmamış, psikolojileri bozulmamış, kafa konforları bozulmamış olarak beklemişler ihanet gecesini.
“Sizler, bir imtihanı kazanacak kadar zeki değilsiniz. Buraya bizim getirdiğimizi unutmayın.”
En çok bu cümleyi duymuşlardır. Hatta bunun böyle olduğunu hücrelerine işletmek için öteki çocukları uzaklaştırmak görevlerini de vermişlerdir bunlara.
Bir, zeka farkı ortaya çıkmasın. Onları gördüklerinde, ellerine cevap şıkları tutuşturulmuşlardan olduklarını hatırlamasınlar, iki.
“Çalıntı sorularla…” haberini kim duyurdu önce? Tezgahçıpensilvanya örgütü cevabına ulaşır araştırmacılar. Şantaj yapmaları gerekiyordu bazılarına. Dediğimizi yapın, elinizdekilerin böyle gitmesini istemiyorsanız. Dahasını da siz düşünün…
Üstüste soruların en altındakine geldik mi? “TSK’ne sızdılar. Askeri liselerden, Harp okullarından…”
Tv konuşmacısı her uzmanın söylediği cümlelerin en önemlilerindendir bu iddia da..
“Sızma”yı bunlar mı keşfetti?
Yoksa taklid mi ettiler başka “sızma”lar yapanları?
Tehlikeli sulara mı geldik. Cevap bulma yasağı mı var? Barış Mançodiyorki: Kim aramış, kim bulmuş?
İzmir’den başlatılmış yanlış itikadlı ve Milli Gençlik’in önünü, yolunu kesme, yükselişini önleme maksatlı çalışmalardan haberli olduğumuz yılın adı 1974’dür.
MTTB bünyesindeydik ve dünya ile irtibatlı idik. Aman fitne çıkmasın korkumuz vardı. Konuşmalarımız yavaştı ve az duyuluyordu. Son MTTB Başkanı’mız Vehbi Ecevit internet ortamında dillendirdiği için o günlerde yaşadıklarımızı, biz de buradan katkı vermek istedik o hatırlatmalara. Efsane başkanımız Ömer Öztürk’ün bu uyarısının itirazsız kabul gördüğünü de bilsin insanlar. MTTB’li olmak böyle bir şeydi.
Buradan, MTTB’leri kapatanlar kimlerin yoluna halı seriyordular, sorularının cevabına gidilirken, biz daha büyük pencerelerin önünden bakıyorduk. Esnafların, bilhassa paralı insanların kestane pazarında pazarlığa alındıklarını duyduğumuzda koymuştuk bugün sosyologlarımızın eriştiği teşhisimizi: Bu hareket MSP’nin, siyasetteki müslümanların en laftan anlamaz muhalifleri olmaya ayarlıdır. MSP, CHP ile ortaklı yönetiminde neler yapabileceğinin ve Türkiye’yi lider ülke konumuna taşıyabileceğinin delillerini ve belgelerini tüm insanlığa sunmuştu. Gelmiş geçmiş siyasi partilerin en şeffaflarının Milli Görüş partileri olduğunu da unutmasın kimse.
15 Temmuz’un sabahsız ihanet’ini bu topraklarda eyleme koyanları, bir kısım insanlarımız ancak yeni anlamaya çalışıyorlar. Lakin bu çalışmaları yetersiz ve yanlıştır. Bediüzzaman’ın risalelerinden özel anlatımlar çıkarmalarına bir şey demeyiz ama (onların inhisarında olduğundan) daha derine dalmalarına da iyi bakmayız. (Ayetli yorumlar...) Bu konuları gazetemizin hocalarından Mahmut Toptaş’ hoca’mız ve Mevlüt Özcan hoca’mız açık ve daha anlaşılır bir şekilde yazsınlar isteriz. Yoksa tarihin en sahte, en kancı ve tercihini Amerika’dan yana kullanmışını en yanlış tanımlarla anlatmış olacaktır.
Sabahsız ihanet’in elemanlarının birbirleriyle olan muhaberelerinden 15 Temmuz’dan sonra haberli olan iktidarın gazetecileri hergün yeni bir keşifte bulunmuş havasını yaşıyorlar.
“Çok net söylüyorum. 2016 Türkiye’sinde darbe olacak.”
Bir pensilvanyakafalının, ki hergüntv’lerinde konuşturuyorlardı onu, iki ay önce bu cümleyi yazdığını bulmuşlar. Okuyucularına ilan ediyorlar.
Okuyucu şöyle mi anlasın bunu: Darbe olacak, darbe olacak dediler, inanmadınız. Bak gördünüz mü ne oldu?
Meşru iktidara “Gitsinler” diyenlerin, hayal ötesi katliamlara gidebileceklerinin görüldüğü tarih 15 Temmuz’dur.
Kalabalık kim?
Cumhurbaşkanı başdanışmanı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında yazdığı “Bu tabii devlet Bahçeli için de bir imkandır. Ömründe görmediği bir kalabalığa hitap edecek” tiviti dolayısıyla MHP camiasından özür dilemiş. Haberin hemen devamındaki cümle ise şöyle: cumhurbaşkanı Erdoğan da başdanışmanının açıklamasını çok çirkin bulduğunu belirterek “özür dilemesini istedim” dedi.
Sondan başlayalım.
Tepkiler mi, cumhurbaşkanı’nın isteği mi başdanışmanın özüre geçişini sağladı. Ben anlayamadığımı belirteyim. Belki de 15 Temmuz yorgunluğundan.
Ama özürün öncesi daha önemli.
Hitap edilecek kalabalıklar…
15 Temmuz milleti nerde?
Sayın Cumhurbaşkanı kalabalık yapan başdanışmanından birkaç özür de millet için istemeli.
DANIŞMANINDAN BELLi OLUR
Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu danışmanlarını değiştirmelidirler.
Kılıçdaroğlu’nun danışmanları kimlerdir, bilmeyiz. 15 Temmuz günü Atatürk havaalanına geldiğinde yanında kim vardı, bilmeyiz. Lakin işte onları değiştirmelidir.
Kılıçdaroğlu’nun havaalanından alınıp Bakırköy Belediye Başkanının köşküne götürüldüğünü duyunca yıllar öncesinden CHP’li bir ihtiyar adam, aynen şöyle demişti:
“Bari üstünü de örtseydiniz!”
Havaalanında kalıp, bana yakın teşkilatlarım buraya gelsinler, diyebilseydi, ya da danışmanları ona böyle bir akıl verebilseydi, 15 Temmuz o andan itibaren daha başka olmaya evrilmez mi idi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, çizgi film kahramanlarını çağrıştıran ve 16 Temmuz günü iktidara bağlı tv ekranlarından “Halkımız silahlanmalıdır” çağrısı yaparak çizgileri karıştıran danışmanını herkes bilir. Çünkü o , kendisinden bahsedilmesine yarayacak lafları etmekte pek mahirdir.
Silahçılığını takan mı yok. Gelsin Aziz Yıldırım. Bahçeli’ye saygı eksikliğinin cevabını Devlet’liler eksiksiz vereceğinden bize Fenerbahçelilik yapmak düşüyor.
Sayın Erdoğan’ın danışmanı bakın ne demiş?
“Aziz Yıldırm Türkiye’de insanları futboldan soğutan adamdır. Fenerbahçeli taraftarlara birşey söylemiyorum. Onlar demokrasiye bağlılıklarını gösterdiler. Ama Aziz Yıldırım hep yalan söylediği için 3 Temmuz sürecinde söylediği doğrulara kimseyi inandıramadı.”
Neresinden başlanır bu aklı karışık adamın dediklerinin. Aziz yıldırım’ın avukatlarının ilgileneceği noktalar, yazımız haricidir.
FB taraftarlarını önce çok sevindiriyor, birşey söylemiyorum, diyerek. Bizim için birşey söylemedi, aman ne iyi, amanın amman ne güzel.
Fakat sözünde durmuyor, birşey söylüyor hemen. Demokrasiye bağlılıklarını gösterdiklerini biliyormuş. Kim ne kadar demokrasiye bağlı, tesbit hakkı sadece bu danışmana mahsus olmalı, ya da hükümetçe tanınmış olmalı.
3 Temmuz’da gösterdiklerini Fenerbahçelilerin, 15 Temmuz’da ve bir daha göstermelerinin anlama sınırlarını zorlattığı insana, bu ülkede herhalde Cumhurbaşkanı baş danışmanı deniyordur.
3 Temmuz sürecinde Aziz Yıldırım’ın doğru söylediğini ve doğru yaptığını ikrar ederken sözü edilen sayın baş danışman, kendi gibi olanları kimse sıfatıyla Türkiye’ye eşit kılmaya çalışmasına bir tanım bulmamız gerek ama…
Danışmanlarada, baş danışmanlara da eğitim şart!
BERABER YÜRÜRÜZ -I-
Dünya bir han ise, milletler hancı,
Üstünüm diyende, vardır bir sancı,
Hakk’a daha yakın olan en üstün,
Budur hepimizin gerçek inancı.
Bu beyaz, şu esmer, öbürü sarı,
Renk renk ayırmayız biz insanları!
Gönüller beraber, ellerimiz bir,
Fitneci ördü biz yıktık duvarı.
Müminler kardeştir buyurmuş Kitap,
Allah tarafından yapılmış hesap,
Sarılın kurana!Diyor Yaradan,
Birlik olmak için, bizedir hitap!
Beraber ağladık beraber güldük,
Ölmek zamanında beraber öldük,
Acıktık beraber, doyduk beraber,
Gün oldu bir dilim ekmeği böldük.
Türk, Kürt, Boşnak, Çerkez, Abaza, Arap,
Ayrılık olursa, görürüz azap,
Ortak destanlarla süslüdür zaman,
Döktüğümüz kanla ıslak bu turap!
Türk incinir, Kürd’e batsa bir diken,
Arnavut yatamaz, Gürcü aç iken,
Birleştirdi İslam tüm halkımızı,
Artık ufuklara açalım yelken!..
İplik iplik idik, şimdi kumaşız,
Kimimiz gövdeyse, kimimiz başız,
Adem’le Havva’dan türedik geldik,
İnanç bir, vatan bir, bizler kardaşız.
Biz Kılıçaslan’ız,biz Selahaddin!
Bize yurttu Kırım, Fas, Bağdat,Budin.
İslam’la yoğrulmuş hep hamurumuz,
Tek yumruk bu Millet, tek rehber bu Din.
EKREM ŞAMA