Tanzimat tan beri bizde bir aydın sorunu var. Bu, daha
çok kendilerini güçlü karşısında ya küçük ya yenilmiş görmeleri, ya da tam
teslim olmaları söz konusu. Bir de Batı düşüncesine iman etmiş olanlar var.
İkinci bir kanat da milletin üzerine abanmış olan tembelliği, ataleti,
sinmişliği üzerinden atmak için yeni ve canlı bir hamlede bulunan ve
çabalayanlar var. Bu iki boyutlu durum ciddi bir gerilim ve çatışma
oluşturuyor.
Batıcılar Batı nın önerdiği, ya da içinde geliştirdiği yeni
şeylere ciddi anlamda kapılıyorlar. Bu da bölünmeler getiriyor. Aslında aynı
ruhtan beslenen bu kesimler zaman içinde bir birbirlerine hasım kesiliyorlar.
Bu daha ileri bir boyuta varıyor bir savaşa dönüşüyor. Kavramsal bölünmeler
ciddi anlamda sanki birer fikir hareketiymiş algısına dönüşüyor.
Faşizm Batı ruhunun bir oluşu. Komünizm, kapitalizm,
liberalizm, sağ, sol, muhafazakârlık kavramlarının tamamı birbirinden
doğmadırlar. Birbirine alternatif gibidirler. Oysa onlar iç içe olan,
birbirinden bağımsız düşünülemeyen şeyler. Faşizmi onlardan asla ayrı
düşünemiyoruz. Hatta ileri geri kavramları da bu düzlemde ele alınmalıdırlar.
Sosyal demokratlar, liberaller ciddi anlamda antifaşist
gibidirler. Kaldı ki soy kırımı da, insanları ezmeyi de Batı ruhundan doğruyor.
Faşizmin bir dönem en belirgin olduğu iki ülke Almanya ile İtalya. Bunların
bizim medeniyetimiz ve ruhumuz ile bir ilgisi yok. Komünizm in etkili olduğu
ülkeler de Batı ya ait. Rusya nın Polonya, Çek Cumhuriyeti veya Balkanlardaki
ülkeler üzerine olan abanmaları ve kıyımları da unutulmuş değil. Şu sıralar
özellikle abede emperyalizminin insanlığın üzerine abandığı bir dönmede
alabildiğine bir insanlık kıyımı var.
Batıcılar Müslümanları kendi kavramları üzerinde
yargılıyorlar. Müslümanlar da bu tuzaklara düşüyorlar. Kendilerini kendi
ruhlarına, uygarlıklarına göre konumlandırmıyorlar. Eğer kendilerini onların bu
kavramlarından sıyırırlarsa o zaman nereye ait olduklarını anlarlar.
Biz Müslüman ız, batının kavramlarıyla kendimizi bir yere
konumlandırmayız. Müslümanlığın kendine özgü bir ruhu var. İnsanı değer vermesi
de farklıdır. Kimi kültürler gibi kendini kavmen üstün saymaz. Üstünlük ancak
Allah ın belirlediği ölçülere uygunluk iledir. İyi ve güzel davranış bir yaşama
biçimidir. Bu Allah a olan ibadetlere, kurallara olan uygunluk ile de ölçülür.
Çünkü Allah ın belirlemiş olduğu yol istikameti üzere olmak da bizi Batı
düşüncesi izleğinde olmayı gerekli ve zorunlu kılmaz.
Müslüman aydınların sorunu da kendilerini bu gibi
kavramlar içinde görüyor olmaları.
Darbeler, ülkemiz aydınları üzerinden geçince ciddi
kırılmalar oluyor. Bu hemen hemen bütün darbeler için geçerli. Sol aydınların
1960 darbesi sonrasındaki çıkışları 1980 darbesinde son buldu. Üzerlerinden bir
silindir geçti. Sonra da faaliyet alanları da daraldı. Sağ kesimin ciddi
anlamda bir çıkışları olmadı. Sağın iktidara gelişinden beri bir rehavet
içindedirler. Muhalif olma gibi bir durumları olmadı. Kendilerini geliştirme
gibi çabaları da görülmedi. Milliyetçi sağın sanat edebiyat ve düşünce alanındaki
kısırlıklarına bu anlamda bakılabilir.
Müslüman aydınlar ise üstad Necip Fazıl ile üstad Sezai
Karakoç sonrasında ciddi bir çıkışları oldu. Sanat, kültür, edebiyat alanında
önemli bir yer edinildi. 28 Şubat ciddi bir sorun oldu. Sonrasındaki iktidar
dönemi ise tam bir rehavet getirdi. Düşünce ve kültürde iktidar olunamadığı
gibi iktidarın olanaklarından yararlanma adına ideallerinden asıl ruhlarından
uzaklaştılar. Çok az sayıda aydın düşünce ve ruh çizgisini sürdürüyor. Diriliş
edebiyatı ve düşüncesi eksenli çıkış saffiyetini koruyor. Gelecek ancak bunun
üzerine kurulabilir.