Bu köşede, bir Türk asıllı Alman vatandaşı olarak, Avrupa’da yaşayan toplumumuzun güncel meselelerini, Türkiye-Avrupa ilişkilerinin seyrini ve siyasetin her iki yakasındaki gelişmeleri gurbetçinin gözünden değerlendireceğim. Amacım, Avrupa’daki Türklerin sesine tercüman olmak; hem içinde yaşadığımız ülkelerdeki siyasi atmosferi hem de anavatandaki gelişmeleri gurbet penceresinden samimi bir dille sizlere aktarmak.

Almanya, sosyal medyada 16 yaş sınırını gündeme aldı; Türkiye de almalı

Dijital çağın hızla ilerlediği günümüzde, çocuklarımız artık oyun bahçelerinde değil, ekranlar karşısında büyüyor.

Kitapların yerini bitmek bilmeyen videolar, hayal gücünün yerini ise önümüze düşen hazır içerikler aldı.
Kitapların yerini sonsuzca kaydırılan videolar, hayal gücünün yerini ne izleyeceğimize karar veren içerikler aldı.

Tam da bu endişelerle Almanya’da dikkat çeken bir adım atıldı. Schleswig-Holstein Eyalet Başbakanı Daniel Günther, sosyal medya hesaplarının 16 yaş altındaki çocuklar için yasaklanmasını önerdi. TikTok, Instagram, Snapchat gibi platformlara yaş sınırı getirilmesi gerektiğini savunan bu öneri, yalnızca bir ülke içi tartışma değil, tüm dünya için dikkate alınması gereken bir uyarıdır.

Günther’in çağrısı, sosyal medya platformlarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine karşı toplumsal bir refleks niteliği taşıyor. Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) mensubu olan Günther, bu önerisiyle yalnızca bir yasağı değil, aynı zamanda çocukların psikolojik, sosyal ve akademik gelişimini önceleyen bir koruma mekanizmasını gündeme getiriyor.

Bugün sadece Almanya değil, dünya genelinde milyonlarca aile benzer kaygıları taşıyor. Sosyal medya kullanımının küçük yaşlarda başlaması; dikkat dağınıklığı, özgüven sorunları, uyku bozuklukları ve dijital zorbalık gibi pek çok riski beraberinde getiriyor. Bireysel farkındalık elbette önemlidir; ancak bu soruna yalnızca bireylerin değil, devletin ve toplumun da çözüm üretmesi gerekir.

Peki Türkiye bu tartışmadan ne çıkarabilir?

Her şeyden önce, sosyal medya kullanım yaşına dair bilimsel, toplumsal ve ahlak temelli bir değerlendirme süreci başlatılmalıdır. Bu süreç, doğrudan yasakçı bir yaklaşım yerine; eğitimciler, psikologlar, hukukçular ve aile temsilcilerinin katkısıyla yürütülecek çok yönlü bir istişareyle şekillendirilmelidir.

Ayrıca çocuklara yönelik dijital medya okur yazarlığı dersleri okul müfredatına entegre edilmeli; ebeveynlere ise dijital rehberlik ve bilinçlendirme programları sunulmalıdır. Sosyal medya şirketlerine, yaş doğrulama ve içerik denetimi gibi konularda daha fazla sorumluluk yükleyen yasal düzenlemeler de gündeme alınmalıdır.

Almanya’da başlatılan bu tartışma, Türkiye için bir örnek değil; bir hatırlatmadır. Çocuklarımızın dijital ortamda daha sağlıklı ve güvenli bir şekilde var olabilmesi için geç kalmadan adım atmalıyız.

Zira mesele sadece sosyal medya değil, çocuklarımızın zihinsel ve duygusal geleceğidir. Onları ekranlara değil, hayata bağlayacak politikalar üretmek hepimizin görevidir.