Dünya gündeminde veya ülke gündeminde çok hızlı gelişmeler oluyor. Sadece o değil bireysel olarak da esasında insanların gündemleri de çok yoğun. Belki incir kabuğunu doldurmayacak şeyler saatleri, günleri ve hatta yıllar alıyor. Bu tali konular ise ancak esastan uzak tutulmamızı sağlıyor. Asıl gündemimizin Gazze olması lazım… Gazze ile ilgili konuşmadan günümüzün geçmemesi gerekiyor. Ne yazarsak yazalım, ne konuşursak konuşalım, ne yaşarsak yaşayalım, bir yanımızda Gazze olması gerekiyor. Bugün şedit saldırılar devam ederken de tansiyon düşmüş olsa da veya ateşkes olsa da Gazze’yi hatta Kudüs’ü, Doğu Türkistan’ı gündemimizden çıkartmamamız gerekiyor. Zira ilk baştan teşhisi anlamamız gerekiyor. Teşhis ise zehirdir ve zehir kurumadıkça tedavi mümkün değildir. Zehir de Siyonizm’dir. Rahmetli Erbakan Hocamızın pansuman tedbirleri diye ifade ettiği yöntemlerle günü geçirmek ancak Siyonizm’in güçlenmesine sebebiyet verir. Peki, bu zehri kim kurutacak? Bu denildiğinde etrafa bakınmaya gerek yok, biz yapacağız. Başta bir insan olarak, bir Müslüman olarak üzerimize düşen vazife sadece Gazzelilere, sadece Filistinlilere, sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa ve hatta Allah’a savaş açtığını aleni bir şekilde söyleyen ve bunu dini, imanı ve ideolojisi yapmış bu zihniyete karşı ayağa kalkmaktadır. Bu bizim temel vazifemizdir. Eğer insanım, Müslümanım diyorsak bunu yapmak bizim sorumluluğumuzdur. Sorumluluğumuzdan kaçarak, amiyane tabirle kulağımızın üzerine yatarak veya “-mış” gibi yaparak bu işten kimse sıyrılamaz. Herkes adının, namının, makamının, bulunduğu durumun gereğini yapmakla mükelleftir.

Yaşanılan bir deprem faciasından sonra etkilenen bir şehrin belediye başkanının “300 yılda bir olan deprem geldi de beni buldu” dediği söylenir. Kendi zaviyesinden bakıldığında doğru olduğu bile söylenebilir. Ancak eğer belediye başkanlığına talip oluyor, seçilmek için elinden geleni yapıyorsan ve sunulan imkânlardan yararlanıyorsan bunun karşılığında da 300 yıl değil, bin yılda bir olacak bir iş dahi olsa sorumluluğuna da razı oldun demektir. Devlet sana az veya çok bunun için para veriyor, halk az oyla veya çok oyla bunun için seçiyor seni… Demokrasi denilen sistemde halkın her bir ferdi eşittir (Bu durum İslam’da da adalet üzerinden inşa edilir ve bu ayrı bir yazının konusudur). Birinin diğerlerine nazaran bir ayrıcalık elde etmesi yegâne sebebi yine halka hizmet etmesi gayesi ile olur. Bu perspektiften bakılınca verilen isimler, affedilen ünvanlar, bulunan makamlar ve sunulan imkânlar beraberinde sorumluluk ile geldiğini unutmamak gerekir.

İnsan yapmış olduğu işin doğurduğu sorumluluğa dikkat etmediği sürece her işi yapabileceğini veya yaptığını sanabilir. Bu da birçok nedenden kaynaklansa da içi doldurulmamış bir özgüvenden ortaya çıkar. Bir dönem hatırlanacaktır, her yer kişisel gelişim kitapları ile doluydu. Son çeyrek asırlık dönemde özellikle gençlere aşılanan özgüvenli olma fikri ciddi manada sorunlar oluşturmuştur. Zira bilgi, tecrübe ve hikmet ile yoğurulmamış özgüven hem bireye hem de topluma zarar vermektedir. Allah bizi bu durumdan muhafaza etsin. Ve yaptığımız işleri hakkı ile yapmayı nasip etsin. Bir manada zaten imtihan denilen şey de bir manası ile bu değil midir? Üzerimize düşmesi gereken veya doğrudan düşen bir sorumluluğu yerine getirmede gösterdiğimiz hassasiyettir bugünümüzü ve yarınımızı belirleyen. O yüzden de en kıymetli dualarımızdan biri her zaman “Allah akıbetimizi hayretsin” olmuştur.

Bugün gazetemizde ilk yazımızı yazmak nasip oldu. Çok şükür, yeni bir başlangıç ve yeni bir heyecan… Millî Gazete gibi hem bir okul hem de bir simge olmuş ve olmaya devam eden bir yerde zaten zor olan köşe yazısı yazmak büyük bir mesuliyet ve çok zor bir iş... Bu sorumluluğu ve imkânı şahsıma sağlayan herkese ayrı ayrı teşekkür etmekten memnuniyet duyarım.