Katolik dünyasının ruhanî lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo, ilk yurt dışı ziyaretini, İznik Konsili'nin 1700'üncü yıl dönümü nedeniyle Türkiye'ye gerçekleştirdi. 27 Kasım 2025’te başlayan ziyaret, 30 Kasım'a kadar sürdü ve Papa, buradan Lübnan’a geçti.

Gelişinden önce, sırasında ve sonrasında tartışmalar devam etti. Herkes, baktığı veya beslendiği zaviyeden olayı ele alarak bir yorum çıkarmaya çalıştı. Yani kimsenin hakikatle bir derdi yoktu. Herkes, kendi haklılığını belli gerçekleri görüp, başka gerçekleri göz ardı ederek kanıtlama derdine düştü (tabii her konuda aynı sorunu her gün müşahede ediyoruz). Bu, esasında ifrat ve tefrit olarak değerlendirilmelidir. Peki neden?

İlk olarak, karşılama devlet töreni ile yapıldı. Zira Papa, ifade ettiğimiz gibi bir devlet başkanıdır; dolayısıyla devlet başkanı karşılaması yapılması normal bir durumdur. Buna ek olarak, “Aman, Papa’nın her ziyaret ettiği yer hac merkezi olur, o yüzden özellikle İznik ziyareti çok önemlidir, turist gelecek…” diyenler oldu. Üçüncü olarak, Papa Anıtkabir’i ziyaret etti. Dördüncü olarak da Filistin konusunda “iki devletli çözüm” dedi.

Diğer yandan, “Vatikan’ın aslında pek de gücü kalmadı, abartmayalım” diyenler çok… Haksız da değiller. Vatikan’ın gerçekten eski gücü yok. Papalık ile ilgili bir dizide bir kardinal, Papa’ya “Kendinize gelin, en son birine savaş açtığımızda yıl 1500’lerdi” diyor. Gerçekten de İsviçreli muhafızların son girdikleri büyük çatışma -savaş bile denmeyebilir- 1527'de, Roma'nın yağmalanması sırasında Papa VII. Clement'i korumak içindi. Yani, papalık makamının veya Vatikan’ın bir gücü yok diyebilirsiniz. Ancak bu da doğru olmaz. Zira bu makam, yüzlerce milyar doları yöneten bir merkez olmakla beraber, kendisine var olmayı sürdürmek dışında iki ana misyon yüklemiştir: Birincisi, dinler arası diyalog; ikincisi, kiliselerin birleştirilmesi.

Konu çok uzun ve derin olmakla beraber, kısaca ifade etmek gerekirse; “Dinler Arası Diyalog”, malum terör örgütünün hoşgörü vesaire adı altında temsilciliğini yaptığı ve İslam’ı ılımlaştırma ve protestanlaştırma planının bir ayağıdır. Dediğimiz gibi, bununla ilgili ciltlerce kitap yazılabilir. İkinci olarak da iki kilisenin birleştirilmesi konusu vardır ki; bu da kendileri adına çok kritiktir. Bununla ilgili öncelikle ifade edilmesi gereken husus, iki kilisenin ayrışmasının siyasi bir konu olmasıdır. Yani Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesi, kiliselerin de bölünmesine neden olmuş ve Ortodoksluk ile Katoliklik ayrışması yaşanmıştır. Merkezlerine bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır: Birinin merkezi İstanbul iken, diğerininki Roma’dır; yani Doğu ve Batı Roma imparatorluklarının başkentleri… Diğer yandan, Türkçede pek ifade edilmez ancak özellikle İngilizcede, bizim ifade ettiğimizin dışında “Roman Catholic” ve “Roman Orthodox” ifadeleri kullanılır. Bu aslında, Protestanlık sürecinde bu iki ana mezhebe yüklenen Roma kökenlilik ile alakalıdır. Hatta bir adım ileri gidilirse, Protestanların birçoğu kendilerini “Hristiyan”, diğerlerini ise “Roman Catholic” veya “Roman Orthodox” olarak ifade eder. Yani, aynı peygambere ve tanrıya inanan farklı dinler… Bu bağlamda, Roma merkezli iki ana mezhep (genel jargon olarak ifade edelim) yüzyıllarca birbirleriyle çatışmış, hatta birbirlerine yönelik büyük katliamlar yapmıştır. Bu mücadelenin, yani karşılıklı katliamların ve aynı şekilde karşılıklı aforozların bitirilmesi ile ilgili papalık çok uzun süredir çalışıyor. Karşılıklı aforoz, aslında birbirlerine yönelik katliamların önemli nedenlerinden biridir. Katolik Kilisesi ile İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi arasında 1054'te karşılıklı aforozlar yaşanmıştır. Yani, iki taraf da birbirini Tanrı’nın verdiği yetki (!) ile dinden çıkarmıştır. Bu aforozlar, 9 asırdan fazla bir süre devam etmiş ve 1965'te kaldırılmıştır. Bu da iki kilise arasındaki ilişkileri yumuşatmıştı. 1964 yılında Kudüs'te bir araya gelen Papa 6. Paul ile İstanbul Rum Patriği Athenagoras'ın kucaklaşması, yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

Papa Leo, yapmış olduğu bu ziyaretle Türkiye'ye gelen beşinci papa olmuştur. Türkiye ile Vatikan arasındaki diplomatik ilişkilerin 1960'ta kurulmasının ardından toplam dört papa Türkiye'yi ziyaret etmiştir. Bu kapsamda; Papa 6. Paul 1967'de, Papa 2. Jean Paul 1979'da, Papa 16. Benedikt 2006'da, Papa Françesko ise 2014'te Türkiye'ye gelmiştir. Papaların esasında ciddi sayıda Türkiye ziyareti olduğu görülüyor. Ancak bu, kaçınılmaz bir durumdur. Bunda birçok etkenden bahsetmek mümkün olsa da, özellikle Hristiyan dünyası için önemli olan yerlerin birçoğunun Türkiye’de olması göz ardı edilemez. Bakınız, bir önceki papa da İznik Konsili’ni, yani bugünkü Hristiyanlığın şekillenmesinde en etkili olan toplantının 1700’üncü yıl dönümünde, İznik’i ziyaret etmek istemiş; ancak ani rahatsızlığı nedeniyle bunu vasiyet olarak bırakmıştır. Esasında İznik Konsili Mayıs ayında iken, yeni papa bu ziyareti yine sembolik bir tarihe denk getirerek aslında maksadına ulaşmıştır. O da, Papa’nın Türkiye’ye geldiği tarih olan 27 Kasım’ın, Haçlı Seferleri'nin başlangıç tarihi kabul edilmesidir.

27 Kasım 1095'te Papa II. Urban, çıkar, bir konuşma yapar ve "Deus vult!" yani "Tanrı istiyor!" haykırışıyla, Kutsal Toprakları geri almak için Avrupa'daki tüm Hristiyanları Müslümanlara karşı savaşa çağırır. Bu da Haçlı Seferleri'nin başlamasına neden olmuştur.

Konuyu uzatmadan ifade etmek isterim: Semboller ve remizler çok önemlidir, hele de böyle ezoterizm üzerinden kendilerini tanımlayan yapılar için. Belki her şey değildir ama bize belli olan olaylar ve olacak olaylar ile ilgili bilgi verir. Bu bağlamda, olayları basitleştirerek görmezden gelmek bize bir şey kazandırmaz. İznik, aynı zamanda bizim için bir egemenlik merkezidir. Hakkın batıla galebesinin simgelerinden biridir. Anadolu’daki ilk başkentimizdir. Biz bunları göz ardı edip, “Aman, turist gelir” dersek (ki benzeri bugün Ayasofya’ya da yapılmak isteniyor), bunun altından kalkamayız. Bazı yerlerin dini manası olduğu iddia edilir. Hayır, aynı Ayasofya gibi, dini manasının yanında siyasi, devlet ve egemenlikle alakalı manaları vardır…