Bizden evvelkilerin yazdığı gibi, biz de yazmaya çalışıyoruz. Bildiklerimizi, dinlediklerimizi dillendirmek için çaba harcıyoruz. Bunu yaparken de adil olmaya çalışıyoruz. Çünkü herkesin fiilinden sorumlu tutulacağı bir merhaleye, ebedi hayata doğru koşuyoruz. Bazen üzülüyor, bazen de gülüyoruz. Bazen tefekkür ediyor, bazen de düşünmeden konuşuyoruz. Maksadımız olduğu gibi görünmektir.

Her konuda olduğu gibi, ölçüye dikkat ediyor, insanları kırmamaya, üzmemeye çalışıyoruz. Onun için milletin derdi ile hemdert olurken, kederiyle de müteellim oluyoruz. Rahat soluklanmak için helalin peşinde koşuyor, haramdan da kaçmaya çalışıyoruz.

Bu sebeple dünyevileşenler tarafından beğenilmiyoruz. Zira onlar için her şey mubah görünüyor. İnsan olmak, Müslüman olmak kendilerine ağır geliyor. Onun için ihtiraslarını tatmin edici her yolu denemede sakınca görmüyorlar. Bu hal, insanın basiretini ve ferasetini körletiyor. Ne yazık ki gözü var ama görmüyor, kulağı var ama doğruları duymuyor. Ancak nefsinin her fısıltısını yerine getirmek için, hiçbir fırsatı kaçırmıyor.

Oysa hem dünya, hem de insan fanidir. Fani olmayan, sadece her şeyi yaratan Allah’tır. Bu gerçeğe rağmen, dünyada daimi kalacak gibi, her şeyi mubah görüyoruz. Makam sahibi olanlar da meslek erbabı olanlar da aynı gözle bakıyor, onun için de çok yanılıyor, huzur, saadet, selamet sahibi olamıyoruz. 

Bu dünyadan neler geldi, geçti. Zulüm icra edenler, mazlumun hakkını yiyenler, firavunlar, tiranlar, Voyvodalar, Karunlar da bir müddet yaşadıktan sonra öldüler. Çünkü “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Ankebût/57) Buna rağmen, insanların birçoğu ihtiraslarını tatmin etmek için çalmayı uygun görüyor, soymayı, soydurmayı beceri kabul ediyor.

Oysa her geçen gün, hesap gününe bizleri yakınlaştırıyor. Malum orada herkes fiilinden hesaba çekilecek, müspet bir hayat yaşayanlar mükâfatlandırılacak, menfi bir ömür geçirenler de cezalarını çekecektir. Zira orada torpil geçmez.

İnsan hayatını düzgün geçirebilmek için, hayatını ‘emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker’e göre tanzim etmelidir. Diplomalar, beratlar, fermanlar, köşkler, saraylar maalesef insana yardımcı olmaz. Malumdur ki atılan her adımın, her sözün, her görüntünün kaydı yapılmaktadır. Hesap günü yaptığını inkâr etse de hiç kimse kabul görmez. Zira bütün uzuvlarımız, fiillerimizin şahitliğini yapacaktır.

Malum, dünya gelip geçici… Öyle ise:

· Öleceğimiz bilindiği halde, niçin hiç ölmeyecekmiş gibi çalışılıyor,

· Niçin dünyevileşiliyor, hesap günü unutuluyor,

· Niçin makam salâhiyetleri, nefis için kullanılmaya çalışılıyor,

· Niçin helal yerine haramla beslenmeye çalışılıyor,

· Niçin adil olunamıyor, zulüm teşvik ediliyor,

·  Niçin zulmetmekten hoşlanılıyor, mazlumun hakkı çalınıyor, yeniyor,

· Niçin iyi insan, iyi mümin olunamıyor,

· Niçin “Müminler ancak kardeştir” (Hucurât/10) emrine uyulmuyor da, herkes terör estiriyor, öldürüyor, yakıyor, herkes zulmetmek için didinip, duruyor,

· Niçin ne kadar yaşanırsa yaşansın, bir gün musalla taşına gelineceği unutuluyor,

· Niçin günah işlemek için her kalıba giriliyor ve hiç kimseden utanılmıyor,

· Niçin mümin olmak yerine zalim olmak tercih ediliyor?

Bunlar, hak ölçüsünü unuttuğumuzdan dolayı başımıza geliyor. Zira nefis putu önünde eğiliyor, insan olduğumuzu, olmamız gerektiğini unutuyoruz. Mal için kavgalaşıyoruz, makam için didinip, duruyoruz. Siyasetimizi, mesleğimizi kirletiyoruz.

Unutmamak gerekir ki, evrenin gerçek sahibi insan değil, yüce Allah’tır. Canlı, cansız tüm varlıklar ile bu âlem O’nun eseridir. Yaratılmışların en üstünü ise insandır. Ona sayısız nimetler, üstün meziyetler, değerli kabiliyetler verilmiştir. Onun için insan, bütün kabiliyetlerini, maddi ve manevi zenginliklerini, sorumluluk ölçüsünde kullanmalıdır. Yani insan başıboş yaratılmamıştır. Bunun idraki içinde olan insana eşref-i mahlûk denmiştir.

Buna rağmen ülkemizde meydana gelen terör olayları, siyasi çalkantılar, gelişen olaylar hem milletimizi üzmekte, hem de ülkemize zarar vermektedir.

Korkarız ki bu itişmeler, siyasi kavgalar ülkemizi istenmeyen mecralara sürüklemez. Ülkemizde, insanlarımızı birbirine düşürmek için tüm şer güçler alarm vermiş durumdadır.

Allah buyuruyor ki: “Ey müminler (tüm insanlar) öyle bir fitneden sakınınız ki; o hiç de sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz. (Onun musibetleri günahsızlara da dokunur.) Biliniz ki; şüphesiz Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl/25)

Görülüyor ki insan nefsine uyarak, bozgunculuğu diliyle, yazılarıyla, konuşmalarıyla gündem konusu yapmaya çalışırsa, sadece kendine zarar vermez, bütün toplumu zarardide eder. Onun için insan her adımını olumlu atmalı, yanlışa yuvarlanmamak için girdiği yola, attığı adıma dikkat etmelidir. Aksi hal muhaldir. Bizden söylemesi…     

Rahman ve Rahim,

Kadir ve Muktedir,

Gaffar ve Settar olan Allah’a emanet olunuz.          

Selam doğru yola uyanlara olsun. (Taha/47). 20.02.2025