Baş döndürücü bir zaman çarkındayız. Bazen ne olup
bittiğini fark edemeyecek kadar bir hızda. Hayat belirsizlikler üzerine kurulu.
Yarın neyin ne olacağı kestirilemiyor. İnsan kendi bilinci dışında. Kendi
olmaktan çok uzakta.
İnsanın bilgilenmesi daha çok dışarıdan, sanal dünyadan,
ekranlardan veya belli merkezlerde. Bilgilerimiz de başkalarının denetiminde.
Elimizin altındaki cep telefonların, bilgisayarların ipi başkalarının elinde.
Hemen her sırrımıza güç sahipleri vakıf. Biz sadece parmaklarımızın ucunda
birer kukla konumundayız ne yazık ki. Sırlarımızı ve ruhlarımızı kendi
ellerimizle döküyoruz, saçıp savuruyoruz.
Bir korku dağı oluşturulmuş. Teslim olunmuş. Ağır bir
yenilgi psikolojisi hayata egemen. Kimse kendi medeniyetinin, düşüncesinin
kendisine sağladığı yol, yöntem ve ruhuna bağlılık göstermiyor. Teslimiyeti çok
çıkara odaklı. İnsanlar kendilerinden, ilkelerinden, sözlerinden çok çabuk
vazgeçebiliyorlar. Uzak hedefler kısalıyor, çok rahat yer ve konum
değiştirilebiliyor. Bu tutum ve ruh içinde olanlar geleceğe uzun soluklu olarak
asla yol alamazlar. Çıkarlarını bir yere konumlandırabiliyorlar.
Dünyalıklarını kotarabiliyorlar.
Özlerinden uzaklaştıklarından kirlere bulaşıyorlar. Sonra da bu tutumlarını
haklı çıkarmak adına söz konusu yanlışları meşrulaştırabiliyorlar. Yalanın,
dolanın ve kimi olumsuzlukların hayatın bir gerçeğiymiş gibi olması günün
yaşama biçimi.
Bir insan geleceğini bulunduğu an içinde kurar. Kişilik
ve samimiyet üzerine. Abartıdan uzak, kendi gerçekleri içinde.
İnsanlığın geleceğini tüketen materyalist bir dünya
düzeninde insana yer yok. İnsan derken bu bazıları ve kimi kesimler için
geçerli. Mazlumlar onlar açısından yeryüzünün sürüngenleridir. Yaşama hakları
bile yoktur. Onlar ancak efendileri için birer araçtılar, yani köledirler.
İnsanlığın kurtuluşu ancak İslâm ın evrensel bakışında
olur. Adaletinde, hakkaniyetinde, kul hakkının gözetilmesinde olur. Âlemlerin
Rabbi yarattığı kullarına, canlılara nasıl adil ve eşit ise O nun yolunda
olanların da aynı yol üzere olmaları gerekir. Allah kullarının rızkını
yeryüzüne eşit dağıtır. Bunu parselleyen ya da yönlendiren insandır. İnsan ise
ne yazık ki bencildir. Salt kendini düşünür. İnsan derken hak üzere olanları
kastetmiyoruz.
Müslümanlar ölü konumundadırlar. Çünkü kendi değerlerinin
uzağındadırlar. Başkalarının değerleri üzerinde duruyorlar ve hayata öyle
bakıyorlar. Zulmün araçlarını istedikleri gibi kullanabiliyorlar. Oysa
kendilerine haram olan şeylerden sakınmaları bir zorunluluk ve yükümlülük.
Sahih bir Müslüman bir tek lokmaya bile özen gösterir.
Helal veya haram olduğunu düşünür. Emeğinin karşılığı olmayan bir lokmanın
kendisine ait olmayacağını bilir. Her insan kendi gücü ve emeği oranında hayata
bakar. Üretir ve tüketir. İnsanın kendi el emeğinden daha kutsalı yoktur.
Bir Müslüman önce kendi konumunu gözetir, kendini
kişiliğiyle konumlandırır. Bilir ki kendisi iyi bir örnek ise bu sahip
bulunduğu davaya, düşünceye bir hizmettir. Tebliğin en önemlisi kişilikli
duruştan geçer. Kendi davasına, inancına, düşüncesine inanmayan biri başkasını
inandırma gücüne sahip değildir. Laf kalabalıklığıyla bir yere varılamaz. Sözün
güzeli ve iyisi hak olanıdır. Adalet üzere olanıdır. Gelecek de ancak bu ruh
üzerine kurulabilir.